TarihZaferlerimiz

İstanbul’un Fethi

O

smanlı sultanlarından İkinci Mehmed Hanın 29 Mayıs 1453’te Bizans İmparatorluğunun başşehrini alması. Türk-İslâm mefkûresinde çok önemli bir yer işgâl eden İstanbul’un fethi, İslâmiyetle birlikte ortaya çıkan mukaddes bir ideâl, bir kızıl elma yâni yüce bir gâyedir. Bu ulvî gâye uğruna önce Araplar, sonra da Türkler, İstanbul surları önünde seve seve can verdiler ve şehâdet mertebesine kavuştular.

İstanbul, 1453 târihine kadar birçok defâlar çeşitli millet, devlet ve topluluklar tarafından kuşatılıp, işgâl edildi. Peygamber efendimizin ; “İstanbul muhakkak fethedilecektir. Bu fethi yapacak hükümdâr ne güzel hükümdâr ve onun askerleri ne güzel askerlerdir.” hadîs-i şerîfi, bütün İslâm hükümdâr ve kumandanlarının bu şehri fethetmek arzu ve gayretlerini harekete geçiriyordu. Müslümanlar “Feth-i Mübîn”i gerçekleştirmek için pekçok teşebbüste bulundular.

Haliç’e Köprü Kuruldu

23 Nisan günü Osmanlı kuvvetleri, seri bir şekilde Haliç üzerine bir köprü kurmaya başladılar. Galata tarafında Humbarahâne ile Bizans tarafında bugünkü Defterdar arasına kurulmaya başlanan bu köprünün genişliği beş buçuk metre kadardı. Cenevizlilerden satın alınan boş şarap fıçıları ile bâzı küçük kayıkların üzerine geniş kalaslar bağlanarak bir ucu serbest olarak inşâ edildi. Bu köprüyü, akılları ermeyen Bizanslılar, “Su üstünde yürüme sihiri!” diye değerlendirmişlerdir. Esâsında bu, kendilerinin içtikleri şaraplardan boşalan fıçıların yardımıyla yapılan bir köprüydü. Bu köprü, İstanbul’un fethine kadar asker ve malzeme naklinde kullanılarak, yanlarına konan küçük toplarla zayıf Bizans surları dövüldü.

Bir Gecede Surlardan Yüksek Kule Yapıldı

18 Mayısa kadar kara ve denizde devâm eden muhârebeler, yeni bir kuşatma silâhının surların kenarında kullanılması ile tekrar kızıştı. Osmanlı kuvvetleri geceleyin, ağaçtan yapılmış, İstanbul surlarından daha yüksek yürüyen bir kuleyi surlara on adım mesâfeye getirdiler. Sabah güneşin ilk ışıkları ile ortalığı seçmeye başlayan Bizans müdâfîleri, bu yürüyen kuleden çok korktular. Bir gecede yapılan bu kulenin iskeleti iki kat deve derisi ile kaplanıp, ateşe karşı dayanıklı olması için arası toprakla doldurulmuştu. Üst katlarına merdivenle çıkılan yürüyen kulenin gövdesinde ateş açma pencereleri vardı. Sura yaklaşan kuledeki askerler yıkım yaparken, etraftaki askerler de hendekleri dolduruyorlardı.

Gemiler Karadan Yürütüldü

Sultan Mehmed Han, Haliç’e kıyı olan İstanbul surlarının çok zayıf olduğunu bildiği için bu zafiyetten yararlanmak istedi. Böylece kara surlarında mukâvemete devâm eden kuvvetlerinin bir kısmını, Bizanslılar bu tarafa kaydırmaya mecbur kalacaklar ve kuvvet dengesi bozulacaktı. Bu maksatla târihte eşine rastlanmayan ve bu âna kadar da bir misâline teşebbüs dahi edilememiş, gemileri karadan yürütme işine karar verdi.

Bu plânını en yakınlarından bile gizleyip, son âna kadar kimseye sezdirmedi. Gemilerin geçeceği yol güzergâhını bizzât kendisinin tesbit ettiği rivâyet edilir. O zaman bağ bahçelik ve çalılık olan yerlerden geçen bu yolu temizletip, gerekli tesviyelerini süratle yaptırdı. Bu işte binlerce insan çalıştırıldı. Yollar yapılıp, iri taşlar üzerine kalaslar döşenerek, don yağı, sâde yağ ve zeytinyağı ile yağlanarak, yolun iniş ve çıkışlı yerleri ile virajlarına işin özelliğine uygun palanga, bucurgat ve sâir tesbit malzemeleri yerleştirildi. Ayrıca her gemi için beşiğe benzer kızaklar hazırlatıldı. Yeteri kadar koşum hayvanı da îcâb eden yerlerde bulunduruluyordu. Bâzı malzemelerle zeytinyağı o zaman Galata’da oturan Cenevizlilerden satın alınmıştı. Donanmanın büyük bir kısmı 22 Nisanda Tophâne önlerine geldiğinde durum ancak anlaşılmıştı.

Donanmanın karadan kat ettiği yolun güzergâhı Tophâne-Kumbaracı Yokuşu-Tepebaşı-Asmalı Mescid-Kasımpaşa şeklinde tesbit edilmişti. Yolun uzunluğu 1512 metre kadardı. Gemiler Kasımpaşa’dan Haliç’e ininceye kadar, Bizans ve Cenevizliler tarafından fark edilemedi. O devirde Bizans’ta hurâfe o kadar yaygındı ki, sabaha karşı gemilerin süratle Haliç’e doğru geldiğini görenler; “Bu Müslümanlar bize sihir yapıyor.” diye seyre daldılar. Osmanlı donanmasından altmış yedi gemi İkinci Mehmed Hanın bu dâhiyâne buluşu sâyesinde Haliç’e girdi.

Her Yerden Tekbir Sesleri Geliyordu

26 Mayıstan îtibâren Osmanlı ordugâhında büyük şenlikler başladı ve 28 Mayıs gecesi saat 24.00’e kadar devâm etti. 28 Mayıs günü gün batması ile birlikte bütün Osmanlı birlik ve gemileri mum donanması yaptılar. Sanki Bizans bir ışık çemberi ile çevrilmişti. Her yerden tüyleri ürperten tekbir sesleri geliyordu. Bizans halkı bu ışık ve seslerden dehşete düştü. Sokaklar duâ eden, yalvaran insanlarla doluydu. Bizans komutanı Justiniani, gündüz göğsünden bir ok yarası aldı. Ölüm korkusuna kapılan genç ve tecrübesiz Cenevizli, yerine vekil bırakmadan komutanlık gemisine çekildi. Justiniani’nin İstanbul savunmasını terk etmesi ve Bizanslılara herkesin başının çâresine bakıp, kiliselerde duâ etme tavsiyesi ahâlinin zâten zayıf olan mâneviyâtını iyice bozdu.

Gece saat 24.00’te mum donanmasının her tarafta birden bire sönmesi, Bizanslılar üzerinde daha büyük bir yıkıntı meydana getirdi. Osmanlı karargâhının sessizliği ürpertici idi. Gece yarısından sonra Osmanlı topçusu hazırlık ateşine başladı. Mehterler cenk havalarını çalıyordu. Bizans imparatoru, kilisede yapılan âyinden dönüp, sarayında zırhını giydi. Yakınları ile vedâlaştı. Surları son bir defâ daha kontrol için Eğrikapı bölgesine geldi. Vakit gece yarısını çoktan geçmişti. Osmanlı ordugâhının sessizliği imparatoru şüpheye düşürdü. Atından inerek surların üstüne çıkıp aşağıları dinledi. Sur dibindeki insan uğultusu her şeyi anlatmaya yetti. Çünkü bu, Osmanlı askerinin sur dibine intikal etmekte olduğunu, sabaha umûmî taarruz yapılacağını anlatıyordu. Atına binip süratle Topkapı bölgesine gitti. Bizanslı Dolfin, bu gece gördüklerini şöyle anlatıyor: “Son gece Bizans komutanları hiç kimsenin geceleyin savundukları mevzilerden ayrılıp gitmemesi için askerlerini tahkîmâtın içine kapattılar ve kapalı tahkîmât kapılarının başına nöbetçi diktiler.”

Ulubatlı Hasan Surlara Sancağı Dikti

29 Mayıs sabahı Sultan Mehmed Han, sabah namazından sonra güneş yükselince iki rekat namaz kılarak kılıcını kuşanıp, atına bindi ve gece yarısından beri surları döven Osmanlı topçusunun hedefi iyice yumuşattığına kanâat getirerek umûmî hücum emrini verdi. Osmanlı askeri, arkadaşlarının yaralanmasına ve şehid olmasına aldırmadan “Allah Allah” nidâlarıyla hücuma geçti. Ellerine geçirdikleri her türlü vâsıtalarla surlara tırmanmaya çalışıyorlardı. Bu sırada Ulubatlı Hasan, otuz kadar arkadaşıyla ilk defâ surlar üzerine Osmanlı sancağını dikti ise de şehid edildi. Osmanlı kuvvetleri muhtelif bölgelerden dalga dalga İstanbul’a girmeye başlamışlardı. Bizans halkı panik içerisinde sağa sola kaçışıyor, bilhassa Ayasofya’ya sığınmaya çalışıyorlardı. Türk kuvvetleri Aksaray bölgesinde birleştiler ve Ayasofya’ya doğru ilerlediler. Kiliseye sığınmış olan ahâliye kapıları açtırdılar. Fakat güçsüz ve acınacak durumdaki bu insan yığınına kılıç çekmediler, onlara dokunmadılar.

Fatih Ayasofya’da Şükür Namazı Kıldı

29 Mayıs Salı günü öğleye doğru kır atının üstünde, yanında hocaları ve ordu kumandanları olduğu hâlde muhteşem bir alayla Topkapı’dan İstanbul’a giren genç hükümdâr, doğruca Ayasofya’ya gitti. Fâtih adıyla anılmaya hak kazanan 21 yaşındaki Sultan Mehmed Han, Bizanslıların alkış ve tezâhürâtı, Türk askerlerinin dört bir taraftan göklere yükselen ezân ve tekbir sesleri arasında Ayasofya önüne geldi. Ayasofya, ağzına kadar kadın-erkek Rumlarla doluydu. Bizanslıların hüngür hüngür ağlamalarından hâsıl olan gürültüyü susturarak sükûtu sağlayan Fâtih Sultan Mehmed Han, Ayasofya’da şükür namazı kıldı. Yerlere kapanan ahâli, râhip ve eski Ortodoks patriğine karşı; “Kalkınız! Ben Sultan Mehmed, sana ve bütün ahâliye söylüyorum ki, bugünden îtibâren ne hayâtınız ve ne de hürriyetiniz husûsunda benim gazabımdan korkmayınız.” hitâbında bulundu.

Ebû Eyyûb-i Ensârî’nin Kabri Bulundu

Cenevizliler dâhil bütün sanat ve ticâret erbâbıyla ahâlinin din, mezhep hürriyeti temin edilip, sulh, sükûn sağlandı. Fâtih, Ayasofya’nın içini gezerek bu mâbedin Cumâ gününe kadar câmi hâline getirilmesini emretti. Emevîler devrinde yapılan ikinciİstanbul kuşatmasında vefât edip, surlar önüne defnedilen Eshâb-ı kirâmdan hazret-i Ebû Eyyûb-i Ensârî’nin kabri, Fâtih’in hocalarından Akşemseddîn Efendi tarafından keşfedilip, daha sonra buraya türbe ve câmi yapıldı. Nihâyet Cumâ günü maiyeti ile Ayasofya’ya gelen Fâtih, İstanbul’da ilk Cumâ namazını burada kıldı. 655’ten 1453 târihine kadar devâm eden bir ideâlin (Feth-i Mübîn) gerçekleştirildiği, Fetihnâmelerle bütün İslâm âlemine müjdelenip dünyâya îlân edildi.

İstanbul fethedilmekle, Osmanlı Devleti toprakları arasında sıkışıp kalan, mevcûdiyeti ve siyâseti ile dâimâ bir tehlike teşkil eden 1123 yılı İstanbul’da geçen, 1480 yıllık Doğu Roma İmparatorluğu’na son verildi. Osmanlı Devletinde yükselme devri başlayıp, Cihanşümûl hâkimiyet fikri gelişti. İnsanlığı îmân birliği içinde bir tek devlet ve hükümdâr hâkimiyetinde toplamak için teşebbüse geçildi.

Kaynak

İlgili Gönderiler

1 / 63