MakalelerMedeniyetimiz

İstanbul Surları

M

resim

ayısın yirmi dokuzuncu gününü, sabahtan güneş batıncaya kadar, Topkapı’dan Eğri Kapı’ya giden surların dibinde gezine gezine geçirdim. İstanbul baharının bu sıcak günü genç Fâtih’in Türk ordularını İstanbul’a soktuğu gündür. 
İstanbul muhasarasının öyle bir sihri var ki bir defa tutulan uzun seneler kurtulamaz; gözünde tarihin bütün öteki levhaları silinir, yalnız bu kalır; dört buçuk asırdır bu muazzam vak’a nice âlimlerin rüyasına girmiş; Déthier gibi, ihtiyar Mordtmann gibi nicesi ömürlerinin en güzel senelerini bu surların dibinde geçirmiş, bu efsunlu vak’anın hazzına doyamamış. 
Ben de bu hazzın kara sevdasına uğradım. Üç senedir vakit buldukça bazen yalnız başıma, bazen Darülfünun’dan birkaç gencin refakatiyle Topkapı tramvayına bindim. Sur haricine çıktıktan sonra Marmara’dan Haliç’e kadar kule kule, diş diş göz alabildiğine giden surun yanından yürüdüm, yekpare düşmüş duvar kütlelerinin üstünde dinlendim, ayaklarımı sarkıtarak burçların üstünde oturdum, Fâtih’in topları ve ordularıyla geldiği Edirne yollarını seyrettim. Bir sene de tam fetih günü gelmek ahdimdi. Sene-i devriyeler takvim oyunlarıdır. Ama yine insanın muhayyilesine zevk veriyor. 
Yazık ki bu sene-i devriyeyi hicri takvimle tam mevsiminde idrak etmek kabil değil, yoksa zevkine büsbütün doyulmazdı; çünkü takvimlerin dini, imanı, vicdanı var; mesela sene 857 deyince İslâm’ın İstanbul’a girdiğini hissediyoruz, bu rakamda anlı şanlı bir tınnet var; 1453 deyince bilâkis Bizans’ın Türklere mağlûp oluşu idrak olunuyor, bu rakamda bilakis bir can çekişme, bir ufunet, bir günlük kokusu var. 
Bu rakamların biri Müslüman, biri değil! İstanbul fethini tattığım için bu son üç senede daha az üzüldüm. Bu vak’a Türklüğün ve İslâm’ın hem en güzel, hem de en büyük merhalesidir. Hâlâ bu gün, bu saat Marmara’dan Haliç’e sur hizasınca giden yolda canlı bir hâlde de bulunuyor; baharın böyle bir gününde, biz Müslümanlara çiniden yeşil bir kelime gibi görünen “feth”i hissede ede bu yoldan geçenler Müslümanlığın en derin zevkini duyuyorlar. 
Nisandan haziran başlangıcına kadar olan o son muhasara bu taşlara, bu servilere bir ruh gibi sinmiş, hâlâ çekilmiyor. Halbuki bu sur ondan evvel neler görmüş, neler geçirmiş, taşlarında ne kadar Barbar hücumlarının dalgası kırılmış, bu hendeklere ne kadar başka başka ırkların kanları akmış, önünde asırlarca ne kadar renk renk düşman çadırları kurulmuş, güya bütün bu akınlar silik bir efsane de, yalnız Fâtih’in son gelişi bir hakikatmiş; muhayyile ondan ötesini görmek istemiyor; bu vak’anın böyle kaza ve kadere benzeyen bir efsunu var…

Yahya Kemal

Kaynak

İlgili Gönderiler

1 / 242