B
ugün Rusya Federasyonu içerisinde özerk cumhuriyetler olan Başkurdistan ve Tataristan, Türk-İslam tarihinde önemli gelişmelere sahne oldu. Bazı tarihçiler ilk Müslüman Türk devleti olarak kabul edilen İdil Bulgar Hanlığı’nın burada, Bulgar şehrinde kurulduğunu ifade eder.
Bu coğrafya İdil ve Kama nehirlerinin kesiştiği yerde olup Rusya’nın Avrupa ve Asya’daki toprakları arasında bir köprü durumundadır. Moskova’nın yaklaşık 800 km doğusundadır. Yüzölçümü küçük olmasına rağmen Rus ekonomisine büyük katkı sağlar.
Bu topraklarda 8. asırdan 13. asra kadar, bilhassa Türkistan, Orta Doğu ve Baltık Denizi kıyılarındaki yerleşim birimleriyle başta kürk ticareti olmak üzere büyük ticari münasebetlere sahip bir topluluk olan ve 21 Mayıs 922 tarihinde İslamiyeti kabul eden İdil Bulgarları yerleşti. 13. asrın başlarında Batu Han komutasındaki Moğol-Türk ordusu, bölgeyi ele geçirerek Altın Orda Devleti’ni kurdu ve 15. yüzyıla kadar hüküm sürdü.
Korkunç İvan Büyük katliamlar yaptı
Altın Orda Devleti’nin güç kaybetmesinin ardından ortaya çıkan Kazan Hanlığı, 1552 yılında Korkunç İvan idaresindeki Rus birlikleri tarafından büyük katliamlar sonucunda Rus Çarlığına dâhil edildi. 1918-1920 yılları arasında Rusya’daki karışıklık ve iç savaş sırasında bölgede İdil-Ural Devleti adı altında bir bağımsız devlet ilan edilmişse de sonradan yönetimi ele geçiren Bolşevikler tarafından “Tatar Özerk Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti” meydana getirildi. Böylece halk bu defa da Stalin diktasının pençesinde çilelere maruz kaldı.
İmam-ı Rabbani’nin Mektubat’ını Dünyaya Tanıtan Büyük Âlim: Muhammed Murad-ı Kazani
Ufa’da inşası devam eden İmam-ı Rabbani Camii
Hicret etmek zorunda kaldılar
Bu durum 1917’de Bolşevikler safına katılan Tatar-Başkurt aydınlarında ve hatta en ön saftaki komünist liderlerinde huzursuzluk meydana getirdi. Bunun üzerine Tatar-Başkurt komünistlerinin lideri Mirsait Sultangaliev, kaybedilmiş hakları geri almak için teşebbüste bulundu. Bu faaliyetlerinden dolayı 1923‘te Komünist Partisi’nden atıldı. O bunun üzerine Tatar, Başkurt, Kazak, Kırgız, Özbek, Türkmen, Tacik, Çuvaş ve Azeri gibi bütün Türk Müslümanlarını içine alan “Turan Sosyalist Cumhuriyeti”ni kurma faaliyetlerine girişti. Fakat kısa bir süre sonra ortadan kaldırıldı. 1930’larda Bolşeviklerle iş birliği yapmış olan hemen hemen bütün aydınlar, Stalin’in temizliklerinin kurbanı oldular, yerlerini yurtlarını terk ederek Türkiye başta olmak üzere Urallara ve ötesine göç ettiler.
Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla birlikte, 30 Ağustos 1990’da Başkurdistan ve Tataristan büyük bir umutla hürriyetini ilan etti. 1992’de yapılan Anayasa referandumunda halkın %62’si bağımsızlıktan yana oy kullandı. Ancak bu hürriyet ilanı Rusya’da ve milletlerarası toplumda kabul görmedi. 15 Şubat 1994 tarihinde Rusya ile Tataristan Cumhuriyeti arasındaki münasebetlerin çerçevesini oluşturan “Yetki Paylaşımı Anlaşması” imzalandı ve 24 Temmuz 2007 tarihinde bu anlaşma 10 yıl süreyle tadil edilerek yenilendi.
Bu coğrafyada büyük alimler yetişti
Stalin’in baskısından kaçan, Türkiye’ye sığınan; Prof. Dr. Zeki Velidi Togan, Prof. Dr. Ahmet Temir ve Muhammed Murad-ı Kazani de aynı coğrafyada yetişen ilim adamlarından birkaçıdır.
19. yüzyılda Türk dünyası içerisinde Ceditçilik (Reformist) yani yenilikçi akımın ileri gelenlerinden Şahabettin Mercani, Musa Beykiyef gibi fikir adamları da İdil-Ural bölgesinde kalarak faaliyetlerini sürdürdü. Ancak 18. yüzyıl sonlarıyla 19. yüzyıl başlarında aydınlanma fikirlerinin yaygınlık kazanmasını sağlayacak sosyo-iktisadî ve kültürel-ideolojik şartlar gerekli derecede oluşmadığından, bu reformistlerin bozuk fikirleri halk arasında yayılmadı, geniş bir karşılık bulmadı.
İmam-ı Rabbani’nin Mektubat’ını Dünyaya Tanıtan Büyük Âlim: Muhammed Murad-ı Kazani
Murad-ı Kazani
Muhammed Murad-ı Kazâni
Bu makaleyi kaleme almamıza sebep olan şüphesiz ki, Mercani ve Beykiyef gibi reformistlere reddiyeler yazan büyük âlim Muhammed Murad-ı Kazani’dir. 10 Ekim 1854’te Başkurdistan’ın Minzele kasabasında dünyaya geldi. Arapça, Farsça ve Türk dillerini ana dili gibi konuşup yazardı. Usul (üst soy) ve Furû’da (alt soy) çok geniş bilgi sahibi olduğu gibi tefsir ve hadis-i şerifte de büyük bir kabiliyeti vardı. Arapça kaleme aldığı, Tatarların tarihini anlatan “Telfikül ahbar” adlı meşhur eserlerinin yanı sıra, Arapça, Farsça ve Türkçe kitaplar da neşretti.
Allahü Tela elbette yardım eder
Hocası, Mevlânâ Seyyid Muhammed ona icazet ve hilâfet verdi. Mevlânâ Ali b. Hüseyin es-Sâfî’nin kaleme aldığı ve Nakşibendî tarikatının şeyhlerinin hayatlarını anlatan “Reşeḥât”ı Arapçaya tercüme etti. Bunu gören hocası, ariflerin ışığı, velilerin önderi, İslam alimlerinin göz bebeği İmâm-ı Rabbani hazretlerinin “Mektûbât” ını da Farsçadan Arapçaya tercüme etmesini emretti. “Bu çok zor bir iştir” diyerek çekinmiş ise de hocası “Allahü teâlâ, büyüklerin hürmetine sana elbette yardım eder” buyurdu.
Muhammed Murad-ı Kazani, bu emre uyarak Mektûbât’ı Arapçaya çevirdi. “Dürer-ül-Meknûnât” adını verdiği bu tercümesi, Suudi Arabistan’da Miriye matbaasında basıldı. Bu eserinin birinci cildinin kenarına İmâm-ı Rabbani hazretlerinin hayatını, ikinci cildinin kenarında da “Mebde” ve “Me’ad” adlı eserinin ve diğer bazı risâlelerinin Farsçadan Arapçaya tercümelerini yazdı. “Dürer-ül-Meknûnât”ın orijinal nüshası günümüzde Beyazıt Kütüphanesi’nde 53 numarada bulunmaktadır.
Bir benzeri yazılmayacak…
Son asrın büyük İslam âlimlerinden Abdülhakim Arvasi hazretleri “Mektubat” hakkında “Kıyamete kadar bir benzeri yazılamayacak” buyurmuştur. Hüseyin Hilmi Işık Efendi de Beyazıt Kütüphanesinde araştırma yaptığı esnada, Murad-ı Kazani’nin tercüme ettiği “Dürer-ül-Meknûnât”ı (iki cilt) kitaplar arasında görünce çok sevinip; bu neşriyat dışarıya ödünç verilmediği için oradan seçtiği yüz doksan dört (194) mektubu eliyle yazarak “El- Müntehabat” adı ile bastırdı. Ayrıca bu kitaplarda geniş olarak yazılan İmam-ı Rabbani hazretlerinin hayatını tercüme ederek kendi yazdığı kitaplarına aktardı. İlk defa Türkiye’de “Mektubat”ın birinci cildini Farsçadan Türkçeye de tercüme ederek bastırdı.
Çok sıkıntılı günler geçirdi
Medine’deki tahsil hayatı esnasında orada bulunan yerli ve yabancı birçok âlimden ders ve icazet alan Muhammed Murad-ı Kazani, yine burada Nakşibendî tarikatı Şeyhi Muhammed Mazhar’a intisap etmiştir.
Murad-ı Kazani, İstanbul başta olmak üzere, Özbekistan vd. beldelerde kalmışsa da gerek müderrisleri, gerek kütüphaneleri, gerekse de ikamet açısından Medine’den çok memnun kalır, bu mübarek beldeye yerleşmeye karar verir. Bununla birlikte medresenin vakıf yardımının az olması ve Osmanlı-Rus savaşı yüzünden Kazan ve Türkistan taraflarından kendisine yardım getirecek hemşehrilerinin hacca gelememesi sebebiyle Medine’deki tahsil hayatının birkaç yılı fakr u zaruret içinde geçmiştir. (Ahmet Temir: s, 500.)
İlmi derinliğini keşfetti
Önemli Türk seyyahlarından biri olan Abdürreşid İbrahim Medine-i Münevvere’yi ziyaretinde Muhammed Murad-ı Kazani’yi görür, ilmî derinliğini keşfeder. Mühim seyahat kitapları arasında yer alan “Âlem-i İslam” adlı eserinde, Kazani’nin rızkını temin etmek için hacca gelenlere mihmandarlık yaptığını ve böyle büyük bir âlimin zayi olduğunu Osmanlıya bir mektup göndererek bildirir, yardım edilmesini ister. Ancak İttihatçıların idareye hâkim olduğu döneme denk gelmesi sebebiyle mektubuna hiçbir cevap alamamıştır.
Ruslar ikamete mecbur etti
Kütüphane ve arşivlerde tarihle ilgili araştırmalar yapmak ve belgeler temin etmek maksadıyla 1902-1914 yılları arasında Mekke’den İstanbul’a, Kazan’a ve Türkistan’a seyahatlerde bulunan Murad-ı Kazani, 1914 yılında ailesiyle birlikte çıktığı son Rusya seyahatinde Türk-Rus harbi dolayısıyla burada mahsur kalmıştır. Bunun üzerine ailesiyle beraber Kazan’a dönen Kazani, daha sonra Orenburg civarındaki Tüz Tübe kasabasına yerleşmiş ve 1915–1917 yılları arasında sivil esir olarak Rus hükûmeti tarafından ikamete mecbur edilmiştir.
Zira Ruslara göre Kazani’nin Tatarların tarihini anlatan “Telfikül Ahbar” isimli kitabı halkı birleştirdiği için büyük tehlike teşkil ediyordu. (Yeri gelmişken şunu da belirtelim ki, Kazani bu kitabının orijinal nüshasını kıymetini bileceğini düşündüğü, Osmanlı pasaportu ile bütün Türkistan coğrafyasını derviş kılığı ile gezen, seyahat kitabı neşreden Macaristanlı Yahudi Türkolog Arminius Vambery’e gönderir.)
1919 yılında çok ağır şartlar altında Doğu Türkistan’a giden Murad Remzi İmam ve Müderris olarak yerleştiği Doğu Türkistan’daki Çögecek bölgesinde 1934 yılında 80 yaşında iken vefat etmiştir. Bugün Çin esaretinde bulunan Doğu Türkistan’a gitmek çok zor olduğu için mezarını ziyaret etme imkânı da kısıtlıdır.
Doğduğu köye gittik
Hüseyin Hilmi Işık Efendi “Tam İlmihal” isimli kitabında (S.1146) Murad-ı Kazani hakkında kısa bir malumat vermektedir. Bunu öğrenince bu mübarek zatın doğduğu köyü görmek, hakkında bilgi sahibi olmak için Başkurdistan’ın Ufa şehrine gittik. Büyük bir hayretle gördük ki, Sovyet Rusya döneminde halk korku ile sindirildiği, geçmiş ile bağları koparıldığı için Murad-ı Kazani hakkında bilgi sahibi değillerdi.
Murad-ı Kazani sempozyumu tertip edildi
Bu maksatla, Kayseri’de ilahiyat fakültesi okuyarak mezun olan, Ufa’nın kanaat önderlerinden Doç. Dr. Muhammed Gallimov’un teşebbüsleri ile “Murad-ı Kazani Sempozyumu” tertip edildi. Türkiye’den Prof. Dr. Ramazan Ayvallı, Dr. Mehmet Can, Araştırmacı Yazar Numan Aydoğan Ünal ve bölgedeki akademisyen ve din adamları iştirak ettik. Halka Muhammed Murad-ı Kazani hazretleri tanıtıldı. Bundan Birkaç yıl sonra da “İmam-ı Rabbani Hazretleri Konferansı” düzenlendi.
İmam-ı Rabbani camii ve külliyesi inşa etmeye karar verdiler
Bu toplantıdan sonra halkın kalbinde İmam-ı Rabbani hazretlerine karşı bir sevgi meydana geldi. Başkurt ve Tatar Türklerinin yaşadığı Ufa şehrinde “İmam-ı Rabbani Camii ve Külliyesi” inşa etmeye karar verdiler. Kadını-erkeği, genci-yaşlısı el birliği ile çalışarak bir an evvel bitmesi için gayret göstermektedirler. Başkurdistanlı Müslümanlar bu caminin kısa zamanda bitirilerek, ibadete açılması için hayırsever Türkiyeli kardeşlerinden destek beklemektedir. Böylece İmam-ı Rabbani hazretleri ve Muhammed Murad-ı Kazani’nin ruhları şad olacaktır.