yesi olduğum zamanlarda yapılan bir Türk Dil Kurumu kongresinde Tüzük Komisyonuna seçilmiştim. Komisyonda tüzük dilinin “arılaştırılması” ele alınmıştı. Tüzük metninden geçen bütün Arapça ve Farsça kelimeler atılırken, hattâ yerlerine Fransızca kelimeler konurken, Fransızca’dan Türkçe’ye geçmiş kelimelere hiç dokunulmadığı dikkatimi çekti. Bu davranışı tenkit ettikten sonra, dilde devrimciliğin artık terk edilerek, normal ilmi usullere dönülmesini teklif ettim. Komisyon üyelerinden Haydar Diriöz de beni destekledi. Hatırladığıma göre, komisyonda bu fikrimize açıktan açığa karşı çıkan olmadı. Fakat, ertesi gün benim bulunmadığım umumi toplantıda Tüzik Komisyonu Başkanlığını yapmış olan Hikmet Bayur’un, (o zaman doçent olan benim ve Diriöz’ün aleyhinde) “ver yansın” etmiş bulunduğunu sonradan öğrendim.
Aradan 8-10 yıl kadar bir zaman geçmişti. Hamburg Üniversitesi’nde verilen Türk Dili kurslarına, adını şimdi hatırlayamadığım, fakat dünyaca meşhur bir matematik profesörü olduğunu sonradan öğrendiğim bir Alman âliminin de katıldığını görmek beni hayrete düşürmüştü. Dersten sonra Türkçe kurslarına katılmasının sebebini sordum. Dakikalarının bile boş geçmediğini bildiğim bir Alman ilim adamının Türkçe kurslarına katılmasına ne kadar hayret etmişsem o da benim bu sualime o kadar hayret etmişti ve biraz da alınmıştı. Ben, bunun üzerine, Türkçe’de matematik dalında faydalanacağı eserler bulunmadığını söylemek zorunda kaldım. Maksadımı anlayan Alman profesörün bana verdiği şu cevap çok dikkate değer:
“Ben Türk dili kadar ahenkli bir dile rastlamadım. Türkçe insanın kulağına tatlı bir melodi gibi çarpmaktadır. Bu dili öğrenmekten büyük bir zevk duyuyorum.”
İşte size iki hatıra ki, ilkinde, bir zamanlar memleketin birinci derecede sayılan ve sevilen bir aydını iken, sonradan nereye kadar varacağı ancak yeni yeni anlaşılan daimi “Devrimci kervanı” na katılan bir Türk’ün Türkçeyi, dünya Türklüğü’nün müşterek kültür dili olmaktan çıkararak, (Türkiye’deki Türklerin bile anlaşamadıkları) “ecüş-bücüş” bir lehçe hâline getirme gayreti; ikincisinde ise, binlerce yıldan beri işlene işlene, Türk millî varlığının temel taşı haline gelen Türkçemizi tarafsız bir Alman profesörünün takdiri ve bu dile hayranlığı söz konusu edilmektedir.
Burada insan ister istemez Türk tarihinin bahtsız bir yanını hatırlıyor:
Türk devletleri, dıştan (hücumla) değil, daha ziyade içten (ve dış tahriklerin de tesiriyle) çökertilmişlerdir. Çökertilebilirler.
Prof. Dr. Mehmet Altay Köymen