F
ransızlar, kelime sonunda D yi de kullanırlar. T yi de. Hattâ bunların D yumuşaklığı ve T sertliği mutlaka belli olsun, tam ve doğru söylesin diye, yazıya, gerekli ve değişmez imlâ kaideleri de koymuşlardır.
Fransız ballade dediği zaman, yazıda kelime sonuna koyduğu E harfi, kendinden önceki D nin sesini, tadını çıkara çıkara telâfuz etmek içindir. Sonate dediği zaman da o okunmayan E, kendinden önceki T nin sesini aynı lezzetle söyletir.
Biz, kitâb’ı kitap, kanad’ı kanat, ad’ı at ve ilâc’ı ilâç yaptığımızdan beri yalnız bu kelimeler değil, onları konuşanlar da aynı sertliğe uydular. Bilmem psikologlarımız buna ne derler ama, biz son zamanlarda sokaklara dökülen terbiye dışı kaba ve sert hareketlerde ve sözlerde bu yanlış ve zevksiz dil sertleşmesi’nin büyük rolü olduğu inancındayız.
Millî diller, millî mizac ve ahlâkla o kadar alâkalıdır ki terbiyesiz veyâ terbiyesini kaybetmiş bir dil, onu konuşan insanları da terbiyeden mahrum hallere koyabilir. Küfür söylemeğe alışmış insanlar gibi, sert söylemeğe alışmışlar da (onları buna alıştıranlar gibi) ıslâh edilemezler.
Eskiden sâleb diyen bir ev hanımının hattâ sokakdaki sâleb satıcısının bile dilinde kelimenin sonundaki leb hecesi, Fârisîde dudak mânâsına gelen leb sözünü andırır bir öpüş yumuşaklığı ve güzelliği içinde idi. Şimdi, insanların bu kelimeyi ısırır gibi söylemeleri, dilcilerimizin büyük mârifetidir.
Halk türküsündeki:
Saçlarıma ak düştü
Sana ad bulamadım
Mısrâlarını söylerken, düşdü’yü düştü yaparsanız, anlayana, bu saçın beyazlanmasından çok adamın kafasına acıtıcı bir şey düşmüş gibi bir mânâ verir. Hele sana ad bulamadım’la sana at bulamadım arasındaki korkunç mânâ farkı pek âşikârdır. Dilcilerimiz, ziyânı yok, öyle yazılsın da dinleyen anlasın, diyorlarmış. Biz de deriz ki:
Bir memlekette dilciler bu kadar anlayışsız olursa, onların katılaştırıp kemikleştirdikleri dili kullananlar ne yapsın? Dili, mûsikî âletleri yerine teneke çalar gibi seslendirenlerin elinden zevkini ve iz’ânını nasıl kurtarsın?
Tad kelimesindeki lezzeti tat nasıl duyurur? Kanad’daki tüy ve uçuş yumuşaklığını kanat’da duyabilir misiniz?
Türk halkı Acem’in guuşe kelimesini köşe diye sertleştirmiştir ama, bu köşe’nin, aslında sert olmasındandır. Buna mukabil halk dilinin yumuşattığı her kelime mânasının ifâde ettiği mülâyimlik ölçüsünde yumuşamıştır. Eski edgü kelimesinin iyi ve eski kudhu kelimesinin kuyu oluşu gibi.
Bu mevzûda en güzel ve unutulmaz nükteyi, hem dili hem edebiyâtı iyi bilen iki eski adam yapmıştı. Şâir Abdülhak Hâmid ile müderris Ferîd Bey.
İsimleri evvelce Hâmid ve Ferîd sesleriyle yazılan bu iki dil ve sanat büyüğü arasında, D lerin T olmasına emir (?) çıktığı zaman şöyle bir konuşma olmuştu: İsmi Hâmit kılığına sokulan şâir, adı Ferit sertliğine bürünen müderrise:
– “Nihâyet senin de kuyruğunua bir (it) takdılar”, demiş ve ondan şu cevâbı almıştı:
– “Benim hiç olmazsa fer’imi bıraktılar. Senin adın hem ham hem de it olmak tehlikesi içinde ya…”
Nitekim öyle oldu. Bugün nice kimselerin ağzında bu kıymetli ad artık ham-it’dir. Kelimeyi bu hâle düşürenler utansın.
Ama, utanmazlar ki…
Nihat Sâmi Banarlı