M
erhum Ahmet Yılmaz Boyunağa ile yirmi beş yıla varan gönül dostluğumuz ve mesaî arkadaşlığımız vardı. Türk fikir hayatına makaleleri, incelemeleri ve târihî romanlarıyla yaptığı hizmet otuz yılı aşan bir süre üniversite gençliğinin yetişmesi için harcadığı hocalık emeğinin bir devamı olarak hâlâ sürüp gitmektedir.
Fikir adamlığının, san’atkârlığın tükenmeyen meyveleridir bunlar. Vefatından sonra yazdığım “Ahmet Yılmaz Boyunağa’nın Ardından” başlıklı yazımda şöyle demiştim:
“İmanlıydı. Tevekkül sahibi ve tefekkür ehliydi. Gönül adamıydı. Muhabbetiyle gönülleri ferahlatır; sabrıyla sevgi membaı olurdu. Herkesi, istisnasız herkesi severdi. Allah sevgisi, Peygamber sevgisi, eshab-ı kiram ve ehli beyt sevgisi, vatan ve millet sevgisi, hısım akraba ve aile sevgisi velhasıl bütün insanlığı kucaklayan bir sevgi pınarına sahipti. Tevazuu vazgeçilmez mizacıydı. Nezâketi, şükür bilirliği, dostluğu, güvenirliği, hoşgörüsü, alçak gönüllüğü, bilgisi ve bilgisinden istifâde ettirmesini bilen ender bir şahsiyetti.”
Boyunağa’nın eserlerini dört bölüm hâlinde ele alabiliriz. Bunlar:
Târîhî romanlar,
Çocuk hikâyeleri,
İnceleme eserleri ve ders kitaplarıdır.
Bütün kitaplarındaki hâkim unsur, haliyle bir Türk-İslâm tarihçisi olarak Türk Târihi’dir. Kendisiyle, 1990 yılında, vefatından beş yıl önce yaptığım bir mülakatta târihî roman yazmasının gayesi şöyle açıklamıştı:
“Muhakkak ki, her eserin yazılışının bir sebebi ve bir maksadı vardır. Yazar ve şair olarak bunu siz de pekâlâ bilirsiniz. Benim, adı geçen eserleri yazmamın gayesi, bu sahadaki noksanlığı gidermek olduğu kadar, bilerek veya bilmeyerek yapılan bazı büyük yanlışlıkları düzeltmektir. Öyle târihî romanlarla karşılaştım ki, okuduklarıma inanamadım. Meselâ; bir romanda Derviş Yûnus Emre’miz, bir şövalyenin içki artıkları dolu sofrasında karnını doyuran bir “ozan” şeklinde gösterilmiş ve tanıtılmış. Düşününüz, Yûnus Emre gibi bir evliya bu şekilde gösteriliyor.”
Yılmaz Boyunağa, gerçekten de “araştırıcı-romancılık” anlayışıyla yola çıkmaktadır. Bu da, târihî hâdiselerin sapmasını engelleyici ciddî bir unsur olarak ve müsbet yönde atılmış bir adımdır.
Boyunağa, günlük, gelip geçici heveslere iltifat etmeyen bir fikir adamı ve romancıydı. O’nun bütün maksadı, Türk târihinin iyi ve doğru bilgilerle aktarılmasıydı. Bunun için de çok dikkatli çalışmak gerekiyordu. Kendisi de öyle yaptı.
O’nun târihî romanlarına baktığımız zaman, tıpkı inceleme eserlerinde olduğu gibi pek hacimli kitaplarla karşılaşırız. Bunlar: Hazin Göç, Zafer Rüzgârları, Endülüs Şahini, Kırık Hançer, Malazgirt’in Üç Atlısı, Korkusuz Cengâver, Kan ve Gül, Hint Sularında, Fetih Sancakları, Dağıstan Arslanı, Sevgi Öğretmen ve Seyyid Battal Gazi adlı romanlardır. Bunlardan Seyyid Battal Gazi; 1996 yılında vefatından sonra yayınlanmıştır.
Yılmaz Boyunağa’nın çocuk kitapları da şunlar: Tufan, Ateşteki Gül Bahçesi, Gümüş Kemer Nehirdeki Sandık, Korsan Peşinde, Altın Yapraklar, Prensesin Çilesi, Vahşiler Adasındaki Mâcerâ, Yankılı Kayalar Satıcı Çocuk, Saklı Kent, Denizler Ejderi.
Gerek romanlarında ve gerekse hikâyelerindeki mevzular tamamıyla târihîdir. Üslûbu gerçekten alıp götürücü-sürükleyicidir. Geniş bir hafızaya ve hayal gücüne sahip olan yazarın bu sahada çok okunmasında bu sürükleyiciliğinin, şüphesiz ki payı büyüktür.
Boyunağa’nın inceleme eserleri ise: Tebliğinden Günümüze Kadar İslâm Târihi, Peygamberler Târihi, Asrı Saadetten Parıltılar, Peygamberimiz ve İlk Müslümanlar, Türklerin Müslüman Ulemaları ve İslama Hizmetleri’dir.
O’nun, Türkiye Târihi ve Genel Tarih adlı iki de ders kitabı bulunmaktadır. Târihî gerçekliğin edebiyata uygulanmasını, insanımıza millî tarihin doğru olarak kavratılmasını gaye edinen Boyunağa, ikinci plâna iter göründüğü bediî (estetik) unsurdan katiyyen mahrum değildi. Bir romancının, hangi şeylere dikkat etmesi gerektiğini gayet iyi bilirdi.
Geçen seneler, hakikî fikir adamlarını ve sanatkârları eskitemez; aksine, gün geçtikçe onları daha da öne çıkarırlar.
______
Bir Hatıra
Merhum Ahmet yılmaz Boyunağa ile ahiret kardeşi olmuştuk. Bu sebeple bize hep
“ahiretlik” diye hitab ederdi. Bir yaz mevsiminde bizleri ziyaret için ailecek memleketimiz Erzincan’a gelmişlerdi. Bizim köye de gittik. Köyümüzün kirazları meşhurdur. Kiraz mevsiminin sonu idi, bütün kirazlar hasad edilmişti. Yüksek dalların ucunda iyice olgunlaşmış, dökülmek üzere olan tek tük kirazlar görülüyordu. Bir bahçenin yanından geçerken, bir ağacın yola sarkmış dalı ucundan üç adet kirazı koparıp, Ahmet Yılmaz Boyunağa abiye uzatarak;
“- Abi bizim köyün kirazlarının tadı pek hoştur, bir tadına bak.” Dedim.
Kirazları eline aldı bir müddet birlikte yürüdük, niçin kirazları yemiyor diye merak ediyordum. İleride, yolumuzun üzerinde bir çeşme görünüyordu, herhalde orada yıkayarak yiyecek diye düşünüyordum. Çeşmeye vardığımızda:
“- Ahiretlik bu kirazların sahibini bilmiyoruz izinsiz yememiz uygun olur mu? En iyisi bunları buraya bırakalım kuşlar yesin” dedi.
Kirazları çeşmenin üzerine bıraktı. Hâlbuki yola dökülmek üzere olan bir kaç kirazı yemenin mahzuru yoktu. Ayrıca köylülerimiz çok cömerttir, bahçe sahibi mutlaka helal ederdi. Ama Ahmet Yılmaz Boyunağa abi hassastı, merhametliydi, kul hakkından çok korkardı. Bu sebeple sahibinin izini olmadan üç adet kirazı yiyemedi… N. Aydoğan Ünal