MakalelerTürkistan

Gerçek Lider ve Müşfik Baba İsa Yusuf Alptekin’den Bir Hatıra

D

resim

oğu Türkistan’ın Türk lideri İsa Yusuf Alptekin, ülkesinin komünizm işgaline uğramasından sonra hicret esnasında Himalaya dağlarında kızıyla ilgili bir hatırasında şöyle diyor:

1949 yılında Kızıl Çin kuvvetleri Milliyetçi Çin kuvvetlerini yenip bütün Çin’i ele geçirdikten sonra, Doğu Türkistan’a doğru yönelmişlerdir. Merhum mücadele arkadaşım M. Emin Buğra Bey ve ben bu şartlar altında Doğu Türkistan’da kalamayacağımızı anlamış ve aziz vatanımızdan ayrılma kararı vermiştik.
20 Eylül 1949 günü Urumçi’den ayrılmış, 1 Ekim 1949 günü gerekli pasaport ve izin belgelerini temin ettikten sonra Kaşgar’dan hareket etmiştik. 19 Kasım 1949 günü sınırı geçip 11 Aralık 1949’da Ladak’a varabilmiştik. Ertesi gün ise kafilemizin kalan kısmı, ailem ve arkadaşlarımla, Ladak’a geldiler. Bir gün sonra da, çok zor şartlar altında geçen yolculuğumuz sırasında hastalanan çocuklarımın tedavisi için askeri bir uçakla Ladak’tan Keşmir’in merkezi olan Srinagar’a vardık.
Kızım Yalkın, iki aydan çok süren Himalaya dağlarında zor şartlar altındaki yolculuğumuz esnasında hastalanmıştı. Srinaga’a gelişimin asıl sebebi bir an önce kızımın tedavisini yaptırmaktı. Ladak’tan refikam Fatma Hanım, oğullarım Aslan, Ilgar ve kızım Yalkın ile birlikte hareket etmiştik. Beraberimizde bizim zamanımızda Urumçi hastanesi başhekimliği yapmış olan Dr. Abdurrahuf da Sriginar’a gelmişti.
Srinagar’da bizi merhum Mesut Sabri Bey’in yeğeni Albay Ethem Bey karşıladı. Ethem Bey bizim zamanımızda Doğu Türkistan Eyâlet Hükümeti’nin Emniyet Muhafaza kuvvetleri komutanı idi. Kendisi Türkiye’de tahsil görmüş, daha sonra Çin Harp Okulunu bitirmişti. Ethem Bey’den başka Addurreşit Hacı, Yasin Kaan, Mehmet Emin Hacı, İbrahim Can Hacı, Ali Can başta olmak üzere bir grup Doğu Türkistanlı yurttaşımız bizi karşılayanlar arasındaydı. Bunlardan Addurreşit Hacı, doğu Türkistan’ın en zenginlerinden olan ve daha sonra Ruslar tarafından öldürülen Hacı Ömer Bay’ın oğludur. 
Srinagar’da otele yerleştik ve hemen hemşehrilerimle görüştüm. Ethem Bey ve Dr. Abdurrauf, Hacı Muhammet Kasım ve Yasin Kâri gibi hemşehrilerimin yardımı ile çocuklarımı hastaneye götürüp muayene ettirdik. Ancak hastanelere yatıramadık. Otele doktor çağırıp tedavi ettirmeye çalıştık.
Kızım Yalkın o esnada 7 yaşında idi. Büyüklere hayret ettirecek kadar akıllıydı. Biz hükümetteyken, General Cang Cicung ziyaretimize geldiği zaman Yalkın’ı “benim küçük arkadaşım ne güzel kız, ne akıllı kız” diye severdi. Yalkın bir gün bana: “babacığım general bana akıllı arkadaşım diyor ama, hep sizi davet ediyor. Beni davet etmiyor” demiş ve bende bu sözlerini  generale söylemiştim. Bir defasında birlikte davetine gitmiştik. Yaşı küçüktü ama, anlayışı ve kavrayışı yüksekti.
Hastalığı esnasında, boynuma sarılır; “çok dert ekiyorum babacığım! Benim için ağlamayacaksınız diye acılarıma dayanmaya gayret ediyorum. Ne olursa olsun Allah boğazıma iyilik verse her şeye razıyım” diyerek bizi teselli etmeye çalışır, bu durum bizi daha çok üzer ve yüreklerimiz parçalanırdı. Annesi: “yavrucuğum, ayağını ben dondurdum, seni derde ben düşürdüm, suç bende” dedikçe o: “hayır anneciğim, sen bana iyi baktın bu Allah’ın takdiri” der, bizi mahcup ve müteessir ederdi.
24 Aralık 1949 günü kızım Yalkın’ın hastalığı ağırlaştı. Boğazı hırıldamaya başladı. Su içmek istiyor ancak boğazından geçmiyordu. Gece sabaha yakındı. Biricik kızım Yalkın, konuşamaz hâle geldi. Bu hâlinde bile annesini teselli etmeye çalışıyordu.
Gece ağırlaşması üzerine Dr. Abdurrauf Bey’i çağırdık. Ancak yavrumu kurtaramadık. Güzel, tatlı ve şirin sözlü akıllı Yalkınımız dert üstüne dert, kaygı üstüne kaygı ile bizi hasrete ve üzüntüye gark ederek ahirete göç etti. Biz başka ülkelere küçük bir göç yaparken o en büyük göçü yapmıştı bile. Allah rahmet eylesin.
Yurdundan, evinden, akraba, dost ve fikirdaşlarından yeni ayrılan; bir yandan bin bir haksızlığa uğrayan, vatanı ve milletinin derdi ile hem dert olan, bir yandan da çok ağır zahmetlere, külfetlere, dertlere, hülasa tasviri mümkün olmayan zorluklara uğrayarak Keşmir’e sığınan bizler için bu ölümün ne kadar acı olduğunu anlatabilmenin imkânı yoktur.
Kızımı, buraya gelen Türkistanlıların barınması için yapılmış olan “Saray Sefa Kadel” isimli hanın önündeki mescidin içinde bulunan Türkistanlılar mezarlığına defnettik.
Şunu ifâde edeyim ki kızımın vefatından sonra 1926’lardan itibaren Batı Türkistan’da Kızıl Rusların zulüm ve haksızlıklarına karşı başlattığım komünizme karşı mücadelelimi ölümüm pahasına da olsa devam ettirmeye karar vermiştim. Bu defa bizi memleketimizden çıkaran kızıl Çinlilerden de intikâmımı almaya yemin ettim. Çünkü bütün Türkistanlıların o yıllardaki perişanlıklarının, zoraki vatanlarını terk edişlerinin, yollarda çektiklerinin, hayatını kaybeden masumların ve kızımın vefatının müsebbipleri olarak bazı şahıslar gösterilebilirse de gerçek suçlu komünizm idi. O yıllarda komünizmin tatbikçileri ise Mao, Stalin… vb. idi.

Doç. Dr. Ömer Kul

Kaynak

İlgili Gönderiler

1 / 242