rof. Dr. Mümtaz Turhan, 1908 de Erzurum’da Pasinler ilçesinde dünyaya gelmiştir. Aslen oralıdır. İlk ve orta tahsilini Kayseri’de, Lise’yi Ankara’da tamamlamışdır. Devletin açtığı imtihanları kazanarak Yüksek Tahsilini (1928-1935 yılları arasında) Almanya’da yapıp Doktorasını da ikmal ederek yurda dönmüştür.1935 yılında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Psikoloji Kürsüsüne Asistan olarak girmiş, 1969 yılında bu Fakültenin Profesörü olarak hayata gözlerini yummuştur. Pek çok öğrenci yetiştirmiş bir hayli eser vermiştir.
Aşağıda Prof. Dr. Mümtaz Turhan’ın “Garplılaşmanın Neresindeyiz” isimli kitabının son kısmını sunuyoruz:
Türk münevverleri artık memleket gerçeklerini kabul edip ona göre tedbir almakla mükellef olduklarını unutmamalıdırlar. Bu zarurete uymadıkça, Türk gerçeklerini inkâr edip onun dışında tedbirler aradıkça bu memleketin hiçbir meselesinin halledilmeyeceğini bilmelidirler. Bu prensiplerin dışın alınacak tedbirlerin, ancak zarar vereceğini son otuz senelik tecrübeler bile göstermeye kâfidir.
İşte bu gerçeklerden biri de Türk halkının Müslüman olması ve böyle de kalma arzusudur. Bir imparatorluk pahasına elde edilen bu tecanüsün bozulması Lübnan’daki gibi ancak bir faciaya sebep olabilir.
Kızıl kundakçı ile ona kanan gafil bir avuç münevverin, biz Müslüman kaldıkça Avrupalıların husumetinin üzerimizden eksik olamayacağı, dinin terakkiye mani olduğu, hurafelerle dolu bulunduğu, dine bağlılığın veya dini terbiyenin aramızdaki mezhep farkları dolayısıyla zarar vereceği şeklindeki iddiaları, birer safsatadan ibarettir.
Zira sosyoloji, bize, dinsiz hiçbir cemiyetin bulunmadığını, dinin insanın en asli ihtiyaçlarından birini tatmin ettiğini, ilmin onun yerine geçemeyeceğini, binaenaleyh bir kültürde cemiyetin ihtiyaçlarını tatmin eden her müessese gibi, dine de dokunulmaması icabettiğini, aksi takdirde, komünistlerin başlangıçta dini kaldırmak için giriştikleri mücadelede Rus köylülerini putperest yapmaları gibi bir neticenin elde edileceğini, gayet sarih bir şekilde öğretmektedir.
Dinin terakkiye mâni olduğu iddiası, yukarıda münakaşa edilmişti. Burada, sadece, bu gün en medeni milletlerin aynı zamanda en dindar milletler olduğuna işaret edilmekle iktifa edilecektir. Mezhep farklarına geline, bunların geçmişteki kadar mühim olabileceğini zannetmiyoruz. Bunlardan bir çoğunun cehalet eseri olduğu muhakkaktır, ve zamanla, ortadan kalkacaktır.
Diğer taraftan, Türkiye’de gayri müslim, diğer bütün cemaatler, serbest bir şekilde dini terbiye alırken, büyük ekseriyeti bu nevi sudan bahanelerle bundan mahrum etmenin mânası anlaşılamamaktadır.
Mamafih, başta kızıl kundakçı olmak üzere, bu iddiaları ortaya atanların çoğu, bunlara bizzat inanmamakta ve bunların bir safsatadan ibaret olduğunu bilmektedirler. Ancak onların bildikleri diğer çok mühim bir nokta da, bugün Türkiye’nin ayakta durması, milli bazı hasletleri yanında dini hislerine borçlu olmasıdır.
Bir Pomağı, bir Arnavut, bir Boşnağı, bir Çerkes ve Gürcüyü ırkdaşlarından, ana vatanından koparıp Türkiye’ye sürükleyen, evvelce gelmiş olanları da bizimle birlikte yaşamaya sevkeden kuvvet din değil de nedir?
Henüz bütün memlekete şamil, umumi ve müşterek bir kültüre dayanan milli bir şuura kavuşmadan bizi bir millet halinde birleştiren ve birlikte yaşamayı temin eden böyle bir bağı koparmamız doğru olur mu?
İşte kızıl yobazın, inkılâp ve lâiklik prensiplerinin perdesine sığınarak harekete geçmesinin başlıca sebebi de, bunu bilmesidir. Fakat bu arada, asıl üzücü olan nokta, bazı Türk gençlerinin kendilerini, bilmeyerek, bu nevi safsatalara kaptırmış olmaları ve memleketi cidden kalkındıracak tedbirler yerine bilâkis onu yıkacak propagandalarda çareler aramalarıdır.
Zira dâva, eğer Türkiye’nin kalkınması ise, o ne sadece çarşafın, ne birden çok kadınla evlenmenin ortadan kalkması, ne de ilk tahsil ile mümkündür. Çünkü bunlar, dinden ziyade muayyen iktisadi şartların, yaşayış tarzlarının meydana getirdikleri, netice mahiyetinde hâdiselerdir. Hakikatte poligami, Müslüman olmayan diğer bütün cemiyetlerde de rastlanan bir hâdisedir. Bunu kanunla, zorla ortadan kaldırılmasıyla mümkün olmamakta veya, kısmen muvaffak olunduğu takdirde de, fuhşun çoğalmasına sebep olduğu için, fayda yerine, zarar vermektedir.
Halbuki, bunun yerine, memleketi hakikaten kalkındıracak, yukarda tavsiye edilen tedbirler gibi hakiki çarelere başvurulduğu zaman, bunların kendiliğinden, bir nesil zarfında, ortadan kalktıkları görülmektedir.
Bu itibarla halkın cehaleti, onun batıl itikatları ve hurafeleriyle mücadele etmek, onun zihniyetini değiştirmek isteyen münevver, işe kendisinden başlamalı, ilkin kendi bilgisini arttırmalı, ilmi esaslar dahilinde kendi zihniyetini düşünüş tarzını değiştirerek yukarıdaki safsatalara benzer kanaatlerden, batıl itikat ve hurafelerden kurtulmaya çalışmalıdır. Bunda muvaffak olamadığı takdirde, rehberlik hakkı gibi salâhiyetini de kaybedecektir.
Prof. Dr. Mümtaz Turhan