Bir zamanlar ilim ve irfan merkezi olan Fergana Vilayeti’ni ziyaret eden meşhur seyyah Abdurreşîd İbrâhîm (1857-1944)’in, “Alem-i İslam” ismi ile neşredilen hatıralarında, Fergana’nın Rus işgali zamanındaki durumunu anlatan bir bölümü aşağıda sunuyoruz:
…
emerkant’tan Fergana vilayetine doğru yola çıktım: Hokant, Namangan, Mergılan, Endicanı gezdim.
Bunların hepsi önceden de bahsettiğim gibi iki belde ve mahalleden ibarettir: Rus mahallesi, Müslüman mahallesi. Hokant’ta nüfus doksan beş bin olup, bundan ancak üç bini Rus olduğu halde Rus mahallesi gayet muntazam, Müslüman mahallesi ise gezilecek/yürünecek bir halde değildir. Bütün Türkistan’da ilim hususunda Hokant ikinci derece bulunuyor. Birinci Buhara, ikinci Hokant.
Burada Hanlar zamanından kalma gayet büyük medreseler görülür. Bunlardan başka nefis İslâm eserlerinin numunesi olarak “Hudâyâr Han Sarayı” adında yüksek bir saray vardır ki bugün asker kışlası yapılmıştır. Bu saray bundan otuz beş sene evvel bir İslâm padişahının saltanat sarayı olduğu halde, bugün Rus askerî kışlası olmuştur.
Bundan kırk-elli sene evvel muazzez ve mükerrem olarak içi ve dışı ayetlerle bezenmiş bulunan bir İslâm sarayı, bugün lisân-ı hal ile feryat ediyor: “Rezil oldum, fısk ve fücur yeri oldum. Bundan kırk sene evvel içimde zikir, tesbih ve Kur’ân tilavet olunurken bugün türlü türlü fücur icra olunuyor, çirkin sözler söyleniyor. Ağza söven, ana-babaya küfreden sarhoşlara, edepsizlere mesken oldum…” diyor.
Bu rezaletler her Hokantlının gözü önünde yapılıyor. Hokantlılar bugün kan ağlasalar azdır; fakat insan esarete çabuk alışırmış.
Hokant’ta gayet âlim ve fâzıl adamlar var; edipler var; şairler var; fakat hamiyyet yok; gayret yok; himmet yok; kavmiyet yok; milliyet yok. İşte bunun için İslâm padişahının saray-ı hümayunu Rus askerine kışla olmuştur.
Mergılan, Nemengan, Oş, Ços ve saire bütün Fergana beldelerinin halkı Özbek’tir; gayet sade ve kabiliyetli bir millet olduğu halde, cehalet hasebiyle esarete mahkûm olmuştur.
Ben Fergana’dan tekrar Sirderya vilayetine, Taşkent’e döndüm, burada tekrar on beş gün kadar ikamet ettim; ardından Çimkent, Evliya Âta, Peşpak, Tokmak yolundan hayvan ile, 1.000 kilometre mesafe katederek Yedisu vilayetinde Almaâtâ şehrine geldim. Asıl vatanım olan Târâ beldesinden buraya kadar katetmiş olduğum mesafenin toplamı 5.900 kilometreye yakın bir mesafe olup; bunun 1.300 kilometresi hayvan ile gidilir; geri kalanı hep demir yoludur.
Buralarda oturan halkın büyük kısmı Müslümandır. Özellikle “Sirderya; Fergana, Semerkant vilayetleri tamamıyle Müslümandır”. Desek caizdir, fakat bu son senelerde Ruslar yerleştirilmeye başlamıştır. Özellikle bu senelerde iç Rusya’dan büyük miktarda göçmen Türkistan’a gelmektedir.
Rusya’nın eskiden beri takip ettiği yol budur ki: Bir memleketi istimlak etmeyi murad edince, her şeyden evvel orasını Rus unsurlarıyla asimilasyon yapmaya (Ruslaştırmaya) çalışır.
Bu sebebe mebni, Rusları Türkistan Yedisu vilayetlerine yerleştirmek için, hükümet milyonlar sarfeder. Fakat asimilasyonun olup olmayacağı (Ruslaştırmanın gerçekleşip gerçekleşmeyeceği) meselesi ağırdır.
İç Rusya’da Ufa, Kazan, Nijni ve diğer vilayetlerin tümünde Tatarlar asırlarca Ruslar ile karışık, vilayetlerin çoğunda, Ruslar da çok olmakla beraber, Ruslaşmak şöyle dursun, gittikçe Tatarların milliyet ve taassubu kabarmış ve kabarmaktadır; hatta bir aralık Ruslar “Tatar” kelimesini gayet çirkin tabirler ile hakaret manasında kullanmışlar, bir aralık Tatar cahilleri arasında “Tatar” kelimesini “mecusî” manasında kullandırmışlar.
Hatta biçare Tatarlar bu iltibası (karışıklığı) gidermek için, Mecusîlik’in hatıra gelmemesi için, “Tatar” yerine “Müslüman” derlermiş, günümüze kadar da Tatarlar, “Tatar lisanı” diyecekleri yerde, “Müslüman dili” derler. Bununla beraber, “Ruslaşmak (asimilasyon) eseri bugüne kadar gerçekleşmedi” diyebiliriz.
Abdurreşîd İbrâhîm