Balkanlar - RumeliMakaleler

Fatih Devrinde Rumeli’de Türk Dili ve Edebiyatı

G

eçmişe baktığımız zaman Türkçe’nin devir devir Fatih dönemine kadar geldiğini görürüz. Bu dönemler: “Altay devri, en eski Türkçe devri, ilk Türkçe devri, eski Türkçe devri ve orta Türkçe devridir”. Fatih devrinde ve oğlu ikinci Bayezid zamanının ilk on dokuz senesinde Türkçe bir devrini kapatır. Yani orta Türkçe devri bu zamanda 12. yy’dan 15. yy’la kadar gelen bir devirde süresini doldurmuş olur. Bu devir Türkçe’nin daha çok İslâm medeniyeti içerisindeki durumunu bize gösterir.

Ancak Fatih devrine gelinceye kadar geçen zamanda, bugün büyük diller olarak bildiğimiz Fransızca, İngilizce, Rusça gibi diller daha yeni yeni teşekkül ediyordu. Bu bakımdan Türkçe’nin geçmişine baktığımız zaman eskiliğini ve tarih içerisine bıraktığı belgeleri hemencecik görürüz. İşte Fatih devri böyle bir zamanda karşımıza çıkar.

Güneyde Kıpçak Mısır Türkçesi, Doğuda Çağatay Doğu Türkçesi, yine büyük eserlerini bu zamanda verirler. Türkçesi, yine büyük eserlerini bu zamanda verirler.

Türkçe’nin bu devri içerisinde Türkçe için çırpınan hükümdarlarımız da vardır ki Fatihin babası Sultan II. Murat bunların başında gelir.

İlmi, edebi toplantıları ilk defa, daha doğrusu düzenli bir şekilde II Murat devrinde görürüz. Fatih devrine geldiğimiz zaman, Fatih de babasının yolunda giden bir padişah olarak karşımıza çıkar. Gerçekte Fatih 29 Mayıs 1432’de Edirne’de doğar. Oğlu II. Bayezid 1448 yılında Dimetoka’da doğmuştur.

Sultan Cem 1459 yılında Edirne’de doğmuştur. Bunların Türk edebiyatında da büyük yerleri vardır. Bir aile olarak baktığımız zaman, her üçünün de divanının olduğunu görürüz. Zaten Fatih Türk milletinin ilk divan sahibi padişahı olarak karşımıza çıkar. Prof. Dr. Muhammet Nur Doğan o divanı kısa süre önce neşretmiş bulunmaktadır.

Fatih’in edebi çevresine baktığımız zaman, bölüm bölüm yahut küme küme açılarak ortada merkezi bir şekil aldığını görürüz. Fatih, gerçekte bir matematikçi, bir askeri dehadır. Bunun yanında sanata da açılan zevk sahibi bir padişahtır. Sadece şiir yazmakla, divan bırakmakla kalmamıştır. Etrafındaki paşalarını da görüyoruz. Yine Edirne doğumlu Ahmet Paşa Fatih’in pek yakınındadır.

Bir Sırp yahut Rum asıllı olan fakat buraların fethinde büyük rol oynayan Mahmut Paşa da yine Fatih’in etrafındaki divan sahi bir başka paşadır. Bu paşaların özelliklerine gelince…

Bu paşalar sanat ehli kimseleri, bunun yanında şair olanları tutup Fatih’e getirirler, tanıştırırlar. Mesela; Melihi diye bir şairimizi Ahmet Paşa Fatih’e tanıştırmıştır ki, bu Melihi’nin gönül redifli bir murabbaı Ahmet Paşa tarafından, daha sonra da Fatih tarafından nazirelerle bir armağan olarak kalır.

Fatih diğer şairlerle de ilgilenir. Mesela; Kufi mahlaslı, Edirne doğumlu bir şairimizi esnaf olmasına rağmen kendi huzuruna çağırır. Onunla ilgilenir. Başka şairlerimizi de aynı şekilde Türk edebiyatına kazandırmaya çalışmıştır. Fatih’in böyle bir durumu söz konusudur. Fatih öyle beyitler, mısralar söyler ki, bunları sadece padişahlar söyleyebilir. Öyle beyitler mısralar söyler; güzellere, sevgililere armağan olur.

Fatih hicivden hoşlanmaz. Hiciv yazan şairleri huzurundan uzaklaştırır. Affediciliği de vardır. Ahmet Paşa’yı affetmiştir. Daha sonraki isteklerini de yerine getirmiştir. Bu birinci halkada Fatih’in durumları, ikinci kısımda Paşalarının durumları ki, Türk edebiyatında hepsinin divanları vardır.

Şehzadelere geldiğimiz zaman, Sultan Cem’in bu aile içerisinde ayrı bir yeri vardır. Cem Sultan, Fatih Otlukbeli Savaşına gittiği zaman Edirne’de onun yerinde kalmıştır. Türk edebiyatında, özellikle Balkanlarda Sarı Saltuk’un hikâyelerini, gazi destanlarını, Rumi’ye işaret ederek toplattırmıştır. Yani halkta olanları toplayıp millete kazandırmak bakımından Cem Sultan’ın farklı bir yeri vardır. Bu açıdan baktığımız zaman Sarı Saltuk’un hikâyelerini gazalarını anlatan Saltuknâmenin, Rumeli ağızlarının o günkü durumunu göstermede değerli bir yerinin olduğunu da belirtmemiz gerekir.

Cem Sultan ayrıca bir divan şairidir. Ama talihsizdir. Bu talihsizliği ağabeyine yenik düşmüş olmasından ve Rodos şövalyelerinin elinde kalmasından dolayıdır. Cem Sultan ömrünün büyük bir kısmını gurbet ellerde geçirmiştir. Ölümü de yine İtalya’da olmuştur. Cem Sultan böyle bir bahtsız şairdir. Ancak Cem Sultan’ın etrafında yetişen, Cem şairleri diye bilinen bir küme şairler grubu vardır. Bunların da pek çoğu Rumeli kökenli, Rumeli menşelidirler. Bunlardan Sirozlu Sadi, Sirozlu Kani, Haydar hep Cem Sultan’ın yanında yer alan, onunla birlikte ağlayıp gülen şairler olarak karşımıza çıkmaktadırlar. Gerçekte Cem Sultan’ın şiirlerinde ağlamalı, hıçkırıklı eda da vardır.

Türk edebiyatında tarih düşürme açısından da muamma yazma açısından da Ahmet Paşa’nın önemli bir yer tuttuğunu söylememiz gerekir. II. Bayezid’e geldiğimiz zaman, II. Bayezid bir divan şairidir. Ancak Fatih devrini büyük hadiselerini onun zamanında tarihleşmiş olarak görürüz.

Sultan Bayezid devrine geldiğimiz zaman Üsküplü Salih, Florinalı Kebîrî, Vardarlı Hasan, Filibeli Sakî, Edirneli Kâdirî, Edirneli Şevki, Vasfi, Edirneli Safi ve Bizzat padişahın kendisi –Sultan II. Bayezid, Dimetoka’da doğduğu için, bütün bu şairlerin içinde yer alarak– Türk kültürüne büyük hizmetlerde bulundular.

Gerçekten 16. yüzyıl edebiyatına girdiğimiz zaman görürüz ki, klasik bir devire girmekteyiz. 16. yy’ın Türk edebiyatında büyük bir şahika olduğunu hepimiz bilmekteyiz. İşte 16. yüzyıl, II. Murat, Fatih ve oğullarının meydana getirdiği bilgi toplumunun üzerinde yükselen büyük bir kültür asrı olarak karşımıza çıkar.

Prof. Dr. Kemal Yavuz

Kaynak

İlgili Gönderiler

1 / 242