Sultan Abdülhamid Han

Sultan Hamid’in İslâmî Siyaseti

A

resim

bdülhamid Han’ın şahsî inânış ve siyasî görüşlerinde İslâmiyet başlıca âmil idi. Osmanlı hükümdarları arasında Hilâfet makamını onun kadar İslâm’ın mihrakı ve İmparatorluğun kudret kaynağı haline getirmeğe çalışan bir padişah yoktur. O Tanzimat ve ilk İttihatçı devirlerinin kozmopolit zihniyetlerine mukabil İmparatorluğun, iç ve dış siyasetini, İslâm esaslarına dayanarak yaşayacağına inanıyordu. 
Avrupa emperyalizmi nasıl Hıristiyan unsurları Devlettin aleyhinde kışkırtıyor idi ise o da bunlara karşı, müstemlekelerinde yaşayan Müslümanları da Hilâfet makamına ve şahsına bağlı kıblegâh ve ümit kaynağı haline getiriyordu. O, Müslüman emir ve reisleri ile yakın münasebetlere girişir; kendilerine ihsanlarda bulunur; camilerine ve dini müessislerine hediyeler ve yardımlar yapardı. Afrika içlerine kadar İslam dünyasının her tarafında hâlâ onun eser, tesir ve hatıralarına rastlanır. Bazı yerlerde, son zamanlara kadar, hutbeler onun adına okunmuştur.
Sultan Hamid Hilâfete bu yüksek mevki ve nüfuzu vermek sayesinde İmparatorluğun hem Cihan-şûmul bu siyasetle hayatiyet kazanacağına ve emperyalizme karşı mukabele edileceğine inanıyor ve hem de bu makamın ve dinî vazifesinin icaplarını yapıyordu.
İslâm dünyasında Türklere karşı beslenen sevgi ve bağlılık, bin yıllık tarihî hâkimiyet ve hizmetlere dayanmakla beraber, onun bu siyâseti ve cihâdı sayesinde bu derece canlanmış ve kuvvetlenmişti. İttihatçılar, Sultan Hamid’ın bu mirasına dayanarak, I. Cihân Harbinde Halife namına bir Cihâd-ı mukaddese ilan edebilmişler idi. Hindistan Müslümanlarının (Pakistanlıların) Balkan, Cihan ve İstiklâl harplerinde, Türkler için yaptıkları unutulmaz fedakârlık ve mücadelelerin kaynağı da bu bağlılık hislerine dayanır.
Bu gün Pakistan milletinin Türklere karşı taşıdığı ve karşılaşılınca izhar ettiği coşkun duygu ve heyecana şahit olanlar bu tarihi mirasın kıymet ve kudretini daha iyi anlarlar. Cumhurreisinin son Pakistan seyahati esnasında, yüz binlerce, kitlelerin heyecanları ve gül çiçeği yağmuru içerisinde şaşırıyordu. Arkadaşlara “bu Pakistanlıların bizi Müslüman kalmağa zorladıklarına” dair bir lâtifeyi yapmaktan da kendimi alamamıştım.
Sultan Hamid Hilâfet siyasetiyle ne derece yükselmiş ve nüfuz kazanmış ise, bununla kendi sukutuna da o nisbetle sebebiyet vermiştir. Bununla beraber o, emperyalist devletlere ve Rusya’ya karşı Alman dostluğu ile bir muvazene siyâsetini de ihmal etmemiş ve Alman imparatoru da, Halifelik nüfuzunu da hesaba katarak, Türk dostluğuna bağlanmıştır. 
Abdülhamid Han yeni devrin milliyet duyguları ve hususiyle büyük devletlerin tahrikleri ile Hıristiyan kavimlerin Devlete sadakâtlerine güvenemiyordu. Bu sebeple O, Tanzimatçı ve İttihatçıların sandıkları gibi bütün yabancı unsurların bir Osmanlı vatan-severliği duygusuna bağlanmaları imkansızlığını anlamıştı. Bu düşünce onun, iç siyasetle de, İslâm birliği fikrini esas yapmasına âmil olmuştu. Bununla beraber o Hıristiyan tebaasını, ecdadına mahsus An’anelere göre, adalet ve şefkatle idare ediyor; çok çeşitli ve ince siyasî tedbirlerle onları kazanmağa ve bağlamağa çalışıyordu.
Dinî birliği esas aldığı için de Müslüman milletler arasında bölücü bir milliyetçiliğe müsaade etmiyordu. Bu, onun Türklük şuur ve gururuna mâni olmuyor; bu sayede milletine daha büyük hizmet ediyordu. Yıldız sarayında münzevi ve zahidane bir hayat sürerek tarihin ve İmparatorluğun ağır yükünü taşırdı. Beynelmilel tedhişçilerin ve Ali Suavi gibi ajan veya maceraperestlerin suikastleri dolayısîyle bazan rahat yatağına da girmezdi.
Saray mensuplarının hayatı da sıkı bir kontrol altında idi. Herkesin dini ve milli kaidelere ve Hanedan’ın vekârına uygun yaşamasını disipline almıştı. Eski saray masraflarına son vermiş; fakat Devletin menfaati için bol paralar ve hediyeler dağıtmaktan çekinmemişti. Avrupa’da karışık kaynaklardan geçinen bir kısm Jön-Türkleri daha üstün ücretlerle satın alarak zararız hale getirirdi. Avrupalı Şarkiyat alimlerine ve ilim cemiyetlerine, kaşiflere (ve mesela Pasteur’e) bol ihsanları ihmal etmezdi. Türkiye’de kurulan birçok ilmi ve hususiyle tıbbı tesisleri onun eseridir.
Halk arasında kendisine izafe olunan “Yedi Evliya” kuvveti, dindar hayatı, İslâmiyeti himayesi ve nihayet dünya siyasetini idare ettiğine dair bir inanış dolayısıyle idi. Mamafih Avrupa’da bile sayesinde Cihan Harbinin çıkmayacağına inanan diplomatlar vardı. Hıristiyan misyonerleri sıkı takip eder; yabancı devletlerin Anadolu’da yeni dini ziyaretgâhlar (Meselâ Antalya’da Aya-Nikola-Noel Baba) ihdaslarına müsaade etmez ve kültür emperalizmi gayretlerinin arkasında yatan tehlikeleri hesap ederdi.

İlgili Gönderiler

1 / 17