edinci Osmanlı Padişahı ve İstanbul fâtihi. Sultan İkinci
Murâd Han’ın oğlu olup, 30 Mart 1432 Pazar günü Hüma Hâtun’dan Edirne’de doğdu.
Fâtih Sultan Mehmed Han’ın doğum târihi, bâzı kaynaklarda küçük farklarla değişik
rivâyet edilmiştir.
Bâzı gayri müslim târihçiler, Fâtih’in annesinin Türk olmadığını
iddia ederler ise de, anası Türk ve Müslüman kızı olduğu, ilgili mahkeme kayıtları
ile Bursa’daki Murâdiye Câmii’nin yüz metre kadar doğusunda bulunan Hâtuniyye
Türbesi’nin 1449 senesinde yazılmış olan kitâbesinin okunması ile ispatlanmıştır.
Hümâ Hâtûn, İsfendiyâroğulları da denilen Candaroğullarına mensuptur.
Çok İyi Bir Eğitim Gördü
Küçük yaşta tahsiline ve yetişmesine çok ehemmiyet verilen
Şehzâde Mehmed, devrin en mümtaz âlimlerinden ilim öğrendi. Okumaya başlayacağı
gün Çandarlı Halil Paşa kendisine sırmalı bir cüz kesesi gönderdi. İlk hocası
Molla Yegan’dı. Daha sonra, meşhur din ve fen âlimi, zâhirî ve bâtınî ilimlerde
mütehassıs Akşemseddîn hazretlerinin terbiyesine verildi. Akşemseddîn, Şehzâdenin
her şeyi ile bizzat ilgilenirdi. Şehzâde Mehmed, idârî yönden tecrübe kazanma
sı için Manisa sancakbeyliğine tâyin edildi. Tahsiline çok önem verildiğinden,
Molla Ayas gibi devrin meşhûr âlimleri Şehzâdeye husûsî ders verdiler.
O senelerde hacca giden ilk Osmanlı şeyhülislâmı Molla Fenârî,
Mısır’da büyük âlimlerin derslerinde yetişmiş olan hadîs, tefsîr ve fıkıhta
yüksek âlim olan Molla Gürânî’yi berâberinde Edirne’ye getirmişti. Sultan Murâd’a
tak dim edilen Molla Gürânî, önce Bursa medreselerinden birine müderris tâyin
edildi. Daha sonra da, Şehzâdeyi iyi bir şekilde yetiştirmesi için, Manisa’ya
gönderildi. Şehzâde Mehmed’in mîzâcının sertliği, Molla Gürânî’nin tatlısert
eğitim metoduna yenildi ve Şehzâde kısa bir süre sonra dört elle ilme sarılıp,
dinlenirken de teknik işlerle uğraşmaya başladı.
Güzel bir eğitimden geçip matematik, hendese (geometri), hadîs,
tefsîr, fıkıh, ke lâm ve târih ilimlerinde iyi şekilde yetişti. İdâre edeceği
memleketlerden kim gelirse gelsin, ona kendi dili ile hitâb etmek için Arapça,
Farsça, Latince, Yunanca ve Sırpça öğrendi. Öğrendiği din bilgileri ile, kendi
hayat tarzını, kânun ve nizâmını tanzim etti. Fen ve teknik bilgilerle, istik
bâlde yapacağı savaşları kolaylaştıracak teknikler geliştirmeye çalıştı. Târih
ve coğrafya bilgilerinde kendini yetiştirip, geçmiş hükümdarların başlarından
geçenleri öğrenerek tecrübe kazandı. Dünyâ cihângirlerinin hayatlarını dikkatle
inceleyerek, bunların doğru ve yanlış hareketlerine hakkıyla vâkıf oldu. Tecrübelerinden
istifâde etti. Bu hâdiselerin muhasebesi neticesinde, plânlı ve sistemli hareket
etme fikrinin lüzumuna inandı.
Kudretli bir asker olduğu kadar geniş görüşlü bir fikir adamı
olarak yetişen Fâtih, şehzâdeliği ve padişahlığı sırasında fıkıhta, Molla
Hüsrev; tefsîrde, Molla Gürânî, Molla Yegan ve Hızır Çelebi; matematikte, Ali
Kuşçu; kelâmda, Hocazâde ve Ali Tûsî’den ilim öğrendi. Ayrıca Anconal Giriaco’dan
batı târihini öğrendi.
Türk târihi, sayılamayacak kadar çok kahraman ve cihangirlerle
doludur. Fâtih Sultan Mehmed de bunların başında gelenlerdendir. Çünkü o kılıçla
keşfi yanyana yürütmüş, çağ açıp çağ kapatmıştır. İstanbul’u bütün ganimetleri
içinde fîrûze bir yüzük taşı gibi parmağında taşımış, bu güzel şehri torunlarının
torunlarına bırakmıştır. Onun için, asırlar boyu her cephesiyle yazılmış, çizilmiş,
hakkında Garp’ta ve Şark’ta çok şeyler söylenmiştir. Tedkik edildikçe derinleşen,
derinleştikçe deryâlaşan bu cihangirin, sayısız vasıflarından bâzıları şunlardır:
Fâtih Sultan Mehmed soğukkanlı ve cesur idi. Bu özelliğinin
en güzel misâlini, Belgrad muhasa rası sırasında, askerin gevşediğini gördüğü
zaman önlerine geçip düşman hatlarına girerek gösterdi. İstanbul muhasarasında
da donanmanın başarısızlığı yüzünden atını denize sürmesi bu cesaretinin büyük
bir örneğidir.
Çok Merhametli ve Müsamahalı İdi
Çok merhametli ve müsamahalı idi. Kendisine elli gün mukavemet
eden ve bir çok Müslümanın şehîd edilmesine sebeb olan İstanbul şehri ve onun
sakinleri hakkında gösterdiği merhamet, aklın alamıyacağı genişliktedir. Hâlbuki
o devir Avrupa’sında muzaffer bir kumandan, zaptettiği şehrin halkına görülmedik
zulüm ve işkence yapmakta kendini haklı görürdü. Fâtih vicdan hürriyetine büyük
kıymet verirdi. İstanbul’a girdiği vakit ayaklarına kapanan İstanbul patriğini
yerden kaldırmak âlicenaplığını gösteren cihangir, şu sözlerle patriği teselli
etti:
“Ayağa kalkınız.
Ben Sultan Mehmed, hepinize söylüyorum ki; şu andan itibaren artık ne hayâtınız
ne de hürriyetiniz hûsusun’da gazâbı şahanemden korkmayınız!” Fâtih, gayri
müslim tebeasının din ve mezheplerine asla dokunmadı, herkesi inanışında serbest
bıraktı. Fâtih, İstan bul’un imârında ücret karşılığında daha çok Rum esirlerini
kullandı. Bu sırada biriktirdikleri paralarla hürriyetlerini satın alma imkânını
sağladı. Bu müsâmaha o devir dünyâsının hayâlinden bile geçirmediği bir olgunluk
eseri idi.
Askerî ve Siyâsî Sahada Eşsiz Bir Dehâ İdi
Askerî ve siyâsî sahada eşsiz bir dehâ idi. Askerî alanda başarısının
ilk özelliği kılıçla kalemin işbirliğidir. Ordunun disiplinine çok dikkat ederdi.
En küçük itaatsizliği ve buna sebeb olan subayları şiddetli bir şekilde cezalandırırdı.
Ordusunu, plânsız, düzensiz hareket ettirmez, mâcerâ hevesiyle kan dökmezdi.
Kendi devrine kadar atalarının yer yer, ada ada yapmış oldukları akınlarını,
plânlı bir fütuhat hâline getirdi ve devletini, sistemli bir idarecilik şuuruyla
istikrarlı, yerleşmiş bir devlet yaptı.
Otuz senelik saltanat devresinde düzenlediği küçük büyük seferler,
memleketin coğrafî birliğini sağlamaya dayanır. Bu gayeye ulaşmak için de at
geçmez kayalıklardan, geçit vermez nehirlerden geçerek; durmadan, dinlenmeden,
yazkış demeden savaştı. Bütün bu seferleri bir plâna göre yaptığından, nereye
gitmesi, nerede durması lâzım geldiğini bilerek hareket etti. Yapacağı seferlerin
muvaffakiyetle neticelenmesini sağlamak için aylarca bu seferin bütün teferruatını
hazırlardı. Kumandanlığı ile diplomatlığı dâima beraber hareket ederdi. Hangi
devlet üzerine sefer düzenleyecekse, o devletin iç ve dış münâsebetlerini, zaaflarını,
kuvvetini, diğer devletlerle olan münâsebetlerini en ince noktasına kadar tetkik
eder ve sefere hasmının en zayıf ve kendisinin en kuvvetli zamânında çıkardı.
Yapacağı seferlerden en yakınlarını bile haberdâr etmez ve bunların gizli kalmasına
çok dikkat ederdi.
“Sırrıma sakalımın
bir tek telinin vâkıf olduğunu bilsem, onu yolar atarım” sözü meşhurdur.
Böyle hareket etmeyi muvaffakiyetlerinin başlıca sebeblerinden sayardı. Nitekim
böyle hareket etmesinin neticesinde İsfendiyâr Beyliği ve Trabzon Rum İmparatorluğu’nu
kolayca ele geçirdi.
Fâtih, ordu ve donanmasını iyi bir şekilde tekâmül ettirmişti.
Ordunun silâhları bir kaç senede yenilenir ve daha mütekâmilleri, eskilerinin
yerine konurdu. Osmanlı donanmasının tekâmül etmiş şekilde kurucusu Fâtih’tir.
Topçuluğa gerekli ehemmiyeti veren ilk Padişahtır. Fâtih’ten önce, top, bütün
dünyâda, daha çok sesi ile düşmanı ürkütmek için kullanılırdı. Büyük kaleleri
yerle bir edebileceği ve meydan muharebelerinde rol oynıyacağı hiç düşünülmemişti.
Fâtih, bütün bunları akıl ederek, o târihe kadar görülmeyen sayı ve çapta top
yapılmasına yöneldi. Topların balistik ve mukavemet hesaplarını kendisi yaptı.
Piyadeye de, öncesine nisbetle, büyük önem verdi. Osmanlı ordusu esas bakımından
bir süvârî ordusu olmaya devam etmişse de, yeniçeri ve azab gibi piyade sınıfları,
Fâtih devrinde önem kazandı.
İlme, Sanata ve İlim Adamlarına Çok Kıymet Verirdi
Fâtih Sultan Mehmed, ilme, sanata ve ilim adamlarına çok kıymet
verirdi. Zihniyeti ve tabiatı itibariyle ileri hamleden hoşlanan, terakki ve medeniyetten
zevk alan bir padişahtı. Tıpkı askerî fetihleri gibi, ilim adına açtığı savaşta
da bir âlimler, sanatkârlar ordusu kurdu ve bu muhteşem orduya kendisi serdâr
oldu. Yeni devletin kurulması plânının icrasında eğitim ve öğretimin tesir ve
önemini her şeyden üstün tuttu. Maârif sistemini kânunla tanzim ederek ulemâ sınıfı
diye tanınan ve idârenin temelini meydana getiren diyanet ve hukuk kurumlarını
teşkilâtlandırdı. Devlet idâresini ve bunun ilmîleştirilmesini esas aldı.
Aklî ve naklî ilimlerde söz sahibi olan âlimleri İstanbul’a
topladı ve onların talebe yetiştirmesi için medreseler kurdu. Devrinde yetişen
büyük âlim ve sanatkârlar mühim eserler verdiler. Fıkıh ilminde Molla Hüsrev,
tefsîrde Molla Gürânî, Molla Yegan, Hızır Çelebi, Matematikte Ali Kuşçu, kelâmda
Hocazâde, zamânının büyük âlimlerindendi ve ülkesine dünyânın dört bir tarafından
âlimler akın ederdi.
Güçlü Bir Şairdi
İyi bir komutan ve devlet reisi olan Fâtih, aynı zamanda iyi
bir ilim adamı ve şâir idi. Latince ve Rumca ile Arapça, Farsça ve Türkçe’ye bütün
incelikleriyle vâkıf idi. Şiirde, devrin üstâdları arasında yer aldı ve sarayda
ilk dîvânı yazdı. Çünkü o, medeniyetin, sanatsız olarak fertlerin gönüllerinde
yer alacağına ihtimâl vermiyordu. Dedelerinin devlet kuruculuk kudretini, iradeli
bir idarecilik şuuruyla geliştirmesini bilen Fâtih, çevresinde devrin üstâd şâirlerini
topladı. Avnî mahlâsıyla edebî değeri yüksek beyt ve gazeller söyledi. Aruzu,
usta şâirlerden farksız bir hâkimiyetle kullanmış, şiirlerinde ince hissiyat ve
düşüncelerini dile getirmiştir.
Fâtih Sultan Mehmed, kelâm ve matematik ilminde devrinin en
büyük otoritelerinden biri idi. Bizanslı târihçi Kritobulos’un hayranlıkla anlattığı
balistik sahasındaki keşifleri, ortaçağın surlarını yıkmıştır. Bu suretle Avrupa’nın
timsâli olan derebeyi şatoları toplarla yıkılarak büyük devletler kurulmuş; neticede
büyük güç kaynakları biraraya toplanarak ortaçağa son verilmiştir. Bu suretle
Türkler, ortaçağdan yeniçağa Avrupa’dan daha evvel geçmişlerdir.
Fâtih Sultan Mehmed,Teşkilâtçı ve İmârcı İdi
Fâtih Sultan Mehmed, teşkilâtçı ve îmârcı idi. Devlet idâresini
tam bir intizâm içinde yürütmek için lüzum ve ihtiyâç görüldükçe İslâm’ın esaslarına
uygun kânunlar ve fermanlar yayınladı. Tanzîmât dönemine kadar Osmanlı Devleti’nin
temel kânunu olarak mer’iyette kalan “Fâtih Kânunnâmesi” çok mühim bir eserdir.
Padişah’ın görüşleri alınarak Vezîriâzam Karamanî Mehmed Paşa tarafından hazırlanan
bu çok önemli kanunnâmeyi, Nişancı Leyszâde Mehmed Çelebi kâleme almıştır. Kânûnî
Sultan Süleymân devrinde hazırlanan kanunnâmede de bu eser esas alınmıştır. Osmanlı
Devleti’nin bütün temel müessese ve teşkilâtı, Fâtih devrinde en mükemmel hâle
gelmiştir. Enderun Mektebi’ni kurarak memleket için gerekli devlet adamı yetiştirilmesini
yine o sağlamıştır.
Fâtih Sultan Mehmed, doğu Türkleri ile temasa büyük önem verdi.
Oğlu Sultan İkinci Bâyezîd de Türk medeniyetini ilerletmek husûsunda babasını
tâkib etti. Doğu Türklerinin, Tîmûr Han Devri medeniyeti denilen, medeniyet
hareketlerinin benzeri, Fâtih devrinde Osmanlılarda tahakkuk etti. Fâtih, batı
dillerinden bir kaçını bilmesi sebebiyle Avrupa literatürünü çok iyi tâkib etmiş,
Türklerin her hususta Avrupalılardan üstün bulunması sebebiyle, Avrupa’dan bir
şey alma ihtiyâcını duymamıştır.