Türk Dili

Eş Mânalar

 

Kelimelerindeki hece sayısını mümkün olduğu kadar azaltan dillerin kelime sayısını mümkün olduğu kadar çoğalttığı bir hakîkattir. Yükselen kültür seviyesi, ilerleyen medeniyet ve teknoloji yeni kelimelerin doğmasına ve diller arasındaki kelime alış verişinin hızlanmasına sebep olmaktadır. 
 
Bu arada kelimelerin taşıdıkları mânâlar çoğalmakta ve eş mânalar, (synonyme) denen ama aslında hiç de eş mânâlı olmayan kelimeler artmaktadır. Misal vermek gerekirse, ha paşa ha general, ikisi de bir denilemez. General bir rütbedir ama anaların oğlu ne profesör olur ne vâli, mutlaka paşa olur. Ana oğlunu benim paşa oğlum diye sever. Meselâ: “baş, kafa, kelle, ser ve şef” sâhiden eş midir? Baş Türkçe, kafa Arapça, kelle ve ser Farsça, şef Fransızcadır. 
 
Bunlar eş mânâlı oldukları halde birini ötekinin yerine kullanamayız. 
 
Baş üstüne, baş belâsı, başıma gelenler, başında kavak yelleri esiyor, evlâtlarının başı için, başımın gözümün sadakası, azıcık aşım ağrısız başım, büyük başın derdi büyük olurmuş gibi tâbirlerimizden, atasözlerimizden baş’ı kaldırmak mümkün olmadığı gibi, kafa dengi, kafa kâğıdı, kafası kızmak, kafa patlatmak, kafa tutmak, kafatası, kalın kafalı, kafalı, kafasız; kellesini koltuğuna almış, kellesini uçurmak, kelle kulak yerinde, pişmiş kelle, kelle şekeri; sermâye, serdengeçti, serbest, sersem, serseri, sarhoş, serdar, serhat, ser verir sır vermez; orkestra şefi, gar şefi, şef garson gibi sözlerimizden kafa, kelle, ser ve şefi Türkçe değildir diye atmak da  mümkün değildir.
 
Hiçbir kültür dili yoktur ki, başka dillerden kelime almış olmasın. Hiçbir kültür dili yoktur ki, öz olduğu veya olabileceği düşünülsün. Diller arasındaki kelime alışverişine mâni olmak mümkün değildir. Ancak dilin ifâde gücü dilin bünyesine, mantığına, zevkine uygun bir şekilde arttırılarak yabancı kelime akınının hızı kesilebilir. Yabancı dillerden alınan kelimeler dilin içinde hazmedilmiş, eşiktekinden beşiktekine herkesin yabancı olduğunu hissetmeden, yadırgamadan kullandığı kelimelerse, üstelik babadan evlâda intikal etmişlerse bunlarla uğraşmamak gerekir.
 
Yabancı bir dilden alınan kelimelerin acclimater olması, zihnî ve hissî alışkanlıklarımıza uyması, dilin içinde erimesi gerekir. Gelgelelim dilin kendine mahsus sırları vardır. Neden öyle olmuş da böyle olmamış! Bilinmez. Farsçadan ciharşenbih alınmış. Cihar dört demektir. Pazardan başlayarak haftanın dördüncü günü. Ciharşenbih Türk’ün ağzında çarsamba olmuş. Ciharşenbih çarşamba olmuş ama cihar atıp şeş oynamaya devam ediyoruz!…
 
Kendi kanunlarıyla kendi yolunda bir sistem dahilinde ilerleyen dilleri zenginleştirebilmek için İlmî müdâhalelerde bulunulması tabiîdir. Ancak dilin kanunları, mantığı ve psikolojisi bilinmedikçe doğru kelime yapılamaz. Dikkat buyurulursa halk kendi kanunlarına sahip çıkıp hiç şaşmadan doğru ve güzel kelime türetiyor. 
 
Hem Kök, hem ses, hem yapı ve hem de mânâ bakımından doğru olan bu kelimeler bâzen eklerle türetme, bâzen birleştirme, bâzen tercüme ve benzetme yoluyla ortaya çıkıyor: Denizaltı, buzdolabı, tatil köyü, gecekondu, gökdelen, kaptıkaçtı, dolmuş, biçerdöver, yanardağ, düdüklü tencere, vs. Halk her zaman sâdelikten yanadır. Onda züppelik ve özenti yoktur.
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 

İlgili Gönderiler

1 / 79