ün: Bir işe niyet ettiğimizde “İnşallah” derdik…
Bugün: “Yapacağım-edeceğim” diyoruz.
Dün: Her işe “Bismillah” ile başlardık…
Bugün: “Allah yokmuş gibi” yaşıyoruz (haşa)!
Dün: Her güzellik karşısında “Maşallah” çekerdik…
Bugün: “Vay beee!” çekiyoruz.
Dün: Hayretimizi “Allah Allah” diye ifade eder, hayretimiz derinleştiğinde “Fesübhanallah” derdik…
Bugün: İngiliz ağzıyla, “Vaavv yaaa!” diyoruz…
Dün: Her adımımızı, “Tevekkeltü Alellah” diyerek atar, tevekkülü hayat felsefesi yapardık…
Bugün: Ne tevekkülden eser var, ne hayat felsefesi kaldı; sözün tam anlamıyla “yuvarlanıp gidiyoruz!”
Baktığımızı görmüyoruz, ikram edilen güzellikleri yaşamıyoruz; abuk-sabuk diziler, yarışmalar, tartışmalarla ömrümüzü heba ediyoruz!
Dün: Kızınca, “Lâ havle velâ kuvvete illâ billâh” der, daha fazla kızarsak“Hasbünallah” diyerek Allah’ı vekil ederdik…
Öfkemiz bile zikir kokardı…
Bugün: En basit gerekçelerle hakaretler savuruyor, karakter zaafımızı 140 karaktere gömüp sağa-sola sözde ayar çekiyoruz!
Dün: “Neüzübullah” çekerek her türlü şerden Allah’a sığınırdık…
Bugün: Belânın üzerine yürüyor, en küçük meseleyi kavga sebebi yapıyor, sürekli birbirimizle dalaşıyoruz.
Dün: Haddimizi bilir, “Haddini bilmek gibi irfan olmaz” derdik…
Bugün: Başkalarına hadlerini bildirmeye çalışıyoruz.
Dün: Abdestli yatağa girer, kalkar kalkmaz yine abdest alır, yere abdestsiz basmayı toprak anaya saygısızlık olarak görürdük…
Bugün: Bırakınız toprağa abdestli basmayı, namazdan namaza bile abdest almaya üşeniyoruz.
Dün: Her namazda masivadan sıyrılır, “iftitah tekbiri”yle birlikte özgürleşirdik…
Bugün: Namazı ihmal ediyoruz. Kılsak bile dünyayı sırtımızdan indiremiyor, kapitalizmin ve modernitenin dayatmalarını arkaya atıp kendimizi özgürleştiremiyoruz.
Dün: “Selamı yayınız” diyen Resulüllah hürmetine selam verir, “tebessüm ediniz” tavsiyesi ışığında birbirimize gülümserdik…
Bugün: Rahmet duası içeren Müslümanca selam yerine, “günaydın-tünaydın” gibi anlamsız kelimeler kekeliyor, surat asıyoruz…
Ayrılırken “Allah’a emanet” ettiğimiz insanları “esen kal” diyerek esintiye savuruyoruz!
Ölüye “rahmet-mağfiret” dileyeceğimize, yakınlarına “başsağlığı”diliyoruz…
“Nur içinde yatsın” duasını unuttuk, “ışıklar içinde” yatmasını temenni ediyoruz! “Uhrevi” kelimeler yerine dünyevi kelimeler uydurup kullanıyoruz.
Dün: Yüz yüze görüşür, uzun uzun muhabbet eder, rastlaştığımızda birbirimize hal-hatır sorar, münasebetlerimizi sıcak tutardık…
Bugün: “Whatsap”tan, “Facebook”tan, “Twitter”den attığımız soğuk mesajlarla birbirimizi kaybediyoruz.
Dün: Harca besmele katar, yüzyıllara meydan okuyan âbideler (Sinan eserleri misal) yapardık…
Bugün: Harca hile-hurda katıyoruz. Bu yüzden, modern teknoloji kullanmamıza rağmen inşa ettiğimiz binalar yıkılıyor.
Dün: Edepliydik. “İlle edeb” der,evlerimizin duvarlarına “Edeb yahu!”levhaları asardık…
Bugün: “Edeb”in yanı sıra “hayâ”yı, “ar”ı, “namus”u da unuttuk!
Dün: Nezakette zirvede idik: Muhatabımıza asla “sen” demez, bizden yaşça ve mevkice büyük olanlara, “zatiâliniz” diye hitap ederdik…
Bugün: Yaşlılara, mevki-makam sahiplerine bile “sen” diye hitap ediyor, tanımadığımız insanlara “abla”, “abi”, “amca”, “dayı”, hatta bizden büyüklere (kızlar dâhil) “oğlum” diye hitap ediyoruz: Ortalığı kaba-sabalık götürüyor…
Şimdi gelin siz söyleyin bre dostlar: Ecdadımıza ne kadar benziyoruz?
Yavuz Bahadıroğlu