uhteşem, muazzam, mükemmel, harikulâde… Bildiğim bütün görkemli
kelimeleri bir araya toplasam Divriği Külliyesi’nin “Taçkapı”larını tarif etmeye yetmez görünüyor. Pirimiz, Evliya’mız
her zamanki gibi en güzelini yapmış, “Üstad-ı
mermer bu camiyi öyle nakş-ı bukalemun eylemiş ki methini anlatmaya diller
kısır kalır, kalemler kırık,” deyip bitirmiş meseleyi. Devamını getirmek de
ancak cahil cesareti gösterebilecek bizlere kalmış.
Kapı, Anadolu’da he zaman iyiliğe, güzelliğe açılan bir semboldür.
Rahmet kapısıdır, kısmet kapısıdır, talih kapısıdır, umut kapısıdır.
Ulucami’nin taçkapısı maddi, manevi bütün güzelliklere sahip bir cennet
kapısıdır. Ancak Cennet’te görülebilecek güzellikte birbirinden zarif
çiçeklerle donatılmış bir kapıdan, dış âlemden iç âleme geçiş yapılır.
Taçkapının iki yana açılan kanatları uzun bir koridordan mihraba yönlendirir
insanları. Mihraba yani kıbleye, ilk taşını Âdem’in koyduğu, ilk harcını Nuh
ile İbrahim’in kardığı Kâbe’ye, ilahî makama…
Caminin kapısı dış kirlerden arınmış bütün insanlara açıktır. Mihrabın
kapısı ise derûni arınmayı gerektirir, ruhî dönüşümü. Anahtar, insanın
niyetinde, ahlâkında ve davranışlarında saklıdır. Taçkapıdan girenler bu manevi
dönüşümün ardından caminin çarşıya bakan cümle kapısından dışarı çıkarlar.
Çarşı, öteki âlemde varılacak menzili belirleyen dünyadır. Artık burada tacir,
terazisinde hile yapmayacak, kadı kararında adaleti gözetecek, şah, halkına
hizmet etmekte yarışacaktır.
Taçkapı, mükemmelliğe dönüşümün simgesi olmuş Divriği’de. Ahlatlı
Hürrem Şah taştan mücevher yontmuş, Doğu’nun bu kuş uçmaz kervan geçmez
camisinin başına elmas ve pırlantalardan kuyumcu titizliğinde işlediği, ince
ince bezediği, dillere destan bir taç kondurmuş. Taşlar işlendikçe ışıl ışıl
pırlantalara dönüşmüş, bahçe içinde bahçe, çiçek içinde çiçek, yaprak içinde
yaprak, yüzlerce hayat ağacı, sayısız bahar dalları birbiri ardına topraktan
fışkırmış, göverivermiş boy boy.
Hayat ağacının dallarında dev yapraklar, kelebekler misali kapının her
iki yanına konuvermiş, sanki her an kanatlanıp uçuşacaklar. Perdahlanıp
sıralanmış taşların yanında taçkapı sahip olduğu kıymetin öylesine farkında ki,
tıpkı bir kraliçe gibi büyük bir azametle yapının birkaç adım önüne çıkıyor ve
birkaç kulaç yukarısına yükseliyor. Ne kadar kurumlansa yeri, asaletiyle,
görgüsüyle, bilgisiyle bunu fazlasıyla hak ediyor.
Hürrem Usta’nın elinde taşçı kalemi, sihirli değnek gibi taşın katı kalbini yumuşatmış, önce kile, sonra Cennet bahçesine dönüştürmüş. Divriği Külliye’si aklın, aşkla, bilgelikle bütünleşmesinin bir sembolü olmuş. Burada gördüğüm her ayrıntı beni tek bir hedefe yönlendiriyor; insanın bu dünyadaki yolculuğuna, mükemmelleşmesine, kemale ermesine… Tıpkı Mevlana’nın belirttiği gibi; “Taş, taşlıktan çıkıp yok olmadıkça, mücevher olup yüzüğe takılır mı hiç?”
(Hülya Atakan)