odernleşen bir dünya varmış… O dünyanın insanları, demokrasiyle yönetilip, sağlıklı bir hayat sürüyor, birbirlerini daha çok seviyorlarmış…
Küresel güçler, küresel ekonominin aktörleri böyle söylüyorlar…Daha çok yiyelim, daha çok tüketelim diye…
Televizyonlarda çizilen mutlu aile tabloları, gülen, tüketen ve tükenen insanlar…
Bu “suni modernleşme”nin aynı anda yüz binlerce insanı öldüren silah teknolojisi geliştirmesi, petrol ihtiyacı için bebekleri bile bombalayacak kadar acımasızlaşması ise kimse tarafından görülmüyor, görülmek istenmiyor.
Üç maymunu oynayan yönlendirici güçlerin refleksleri bireylere de yansımış durumda.
Eğer patlamalarda ölen, yaralanan varsa, midemiz bulanmasın diye sansürlüyor, görmezden geliyoruz. Haber bültenlerinde vermiyor, papağan gibi aynı metinleri tekrarlayanların kavgalarıyla günlerimizi tüketiyoruz.
Sonrasında rahatlayan vicdanlarımızla uyuyor, uyuyor ve uyuyoruz.
Ancak bazılarımız bu kadar rahat, bu denli uykuda değil, uyuyamıyor, rahatlayamıyor ve tüketemiyor!
Sun’i görsellerin esiri olmuyor, yüzleri gülemiyor…
Yine o bazılarımız; Suriyeli çocuğun otobüs egzozunda elini ısıtma çabasına üzülürken, Doğu Türkistan’daki Çin zulmüne kahroluyor.
Sebebimiz basit, ruhumuz acıyor, vicdanımız el vermiyor.
Onlar, Müslüman oldukları için ibadet etmelerine izin verilmeyenler…
Onlar, Türk oldukları için asimile edilen, dövülen, öldürülen aynı soyun çocukları…
Biz onlara Uygur Türkleri diyoruz…
İyiyi ve güzeli gösteren TV’lerin, gazetelerin görmediği bir dram yaşıyorlar… Hem de yıllardır…
Ramazanda oruç tutanlar sokak ortasında dövülüyor, ailelerini Çin Hükümeti’nin subaylarından koruyan, kollayan babalar kurşuna diziliyor, öldürülüyor, şehit ediliyor.
Bölgeden görüntüler gelemiyor, bölgeye uluslar arası temsilciler, gözlemciler, basın mensupları giremiyor.
Bilgi akışı tamamen tek taraflı, acımasız bir kitle iletişim yönetimi var.
Böylesi bir tabloda nefes almak için bile büyük bir çaba gerekiyor.
Doğu Türkistan’ın çekik gözlü öz be öz Müslüman Türk çocukları. Artık dayanacak takatleri, güçleri kalmadı… Binlerce yıldır yaşadıkları topraklardan “en azından dinimizi yaşarız” diyerek kaçmaya çalışıyorlar, esir düşmek, hatta ölmek pahasına…
Kucaklarında çocuklarıyla, kadınları, yaşlıları, gençleriyle… Sanki Kurtuluş Savaşı’nda cılız bedenleriyle çırpınan, savaşan Anadolu insanı gibi…
En büyük silahları umutları… Hayalleri ise Türkiye…
Evet, Doğu Türkistan’daki mezalimden Türkiye’ye kaçmak için yola çıkan 300 Uygur Türkünden bahsediyoruz…Hani Tayland’da esir tutulan, kafeslere konulan Türkler…
Sayıları yeni doğan çocuklarıyla birlikte artmış durumda ve Türkiye’ye getirilmeleri bekleniyordu…Bir insanın hayatı boyunca unutamayacağı günler geçirdiler ve geçiriyorlar…Bazıları ise hayatını kaybetti.
Umutları artık yok. Türkiye’ye gönderilmeleri beklenirken, Çin’e iade edilmelerine karar verildi.
Bu karar şu anlama geliyor… Çin Hükümeti eğer isterse “terör örgütü üyesi” diye bu insanları idam edebilir ya da nereden geldiği belli olmayan kurşunlarla dönüş yolunda şehit edebilir…
Artık susmayalım, tek umutları Anadolu toprakları olan bu 300 insanı, Müslüman kardeşimizi, soydaşımızı sahipsiz bırakmayalım.
Günlük politik hesaplarla, idareyle, denge politikasıyla rahatlayacaksa vicdanımız üç maymunu oynamaya devam edelim.
Hiçbir denge, hiçbir yaşamdan üstün değildir. İnsan hayatı önceliklidir diyen modern dünya sussun, biz susmayalım.
Güzel Türkistan senge ne boldu
Sebep vakitsiz güllerning soldu
Çemenler berbad kuşlar her feryad
Hemmesi mahsun bolmaz mı dil şad
Batuhan Çolak