Ç
ocuklarımıza millî ve manevi kültürümüze uygun adlar koymak çok önemlidir. Zira konulan isimlerin, çocukların şahsiyetinin gelişmesinde mühim rolü vardır. İslam büyükleri ve millî kahramanlarımızın ismi verilen çocuklar, onları hatırlar ve onlar gibi olmaya özenirler. Tabii ki bir kimsenin Türk mü Müslüman mı olduğu da evvela isminden anlaşılır.
Peygamberimiz, “Kötü ismi olan bunu güzel isme çevirsin.” buyurdular. Kendileri de çirkin isimleri değiştirirlerdi. Nitekim Hazreti Ömer’in bir kızının ismi Asiye idi Cemile yaptılar. Bir başka hadis-i şerifte de “Çocuğa güzel isim koymak evladın baba üzerindeki haklarındandır.” buyurmuşlardır.
İmam-ı Rabbani Hazretleri de kıymetli bir Seyyid’in kâfir soy ismini aldığını işitince çok müteessir olduğunu dile getirerek; “Böyle isimleri almaktan, korkunç aslandan daha fazla kaçmak lazımdır. Böyle isimleri her çirkinden daha çirkin görmek lazımdır.” buyurmuştur. (1.cilt; 23.mektup)
Dinimizin usullerine göre, yeni doğan çocuğun sağ kulağına ezan, sol kulağına kâmet okunarak ismi verilir.
Hangi İsimleri Koymalı?
Çocuklara “Abdullah, Abdurrahman, Muhammed, Ahmed…” gibi isimleri koyanı Allahü teâlâ sever. (Tam İlmihal)
Seyyid Abdulhakim Arvasî hazretleri “Ahmed” ismini çok severlerdi. Üç oğlunun ismi de “Ahmed” idi: Ahmed Mekkî, Ahmed Enver ve Ahmed Münir. “Yüz oğlum dahi olsa her birinin ismini Ahmed koyardım” derlerdi.
Bu mübarek isimleri bozmak, mesela Mehmed’e (Memo), Hasan’a (Hasso), İbrahim’e (İbo) demek büyük günahtır. (Tam İlmihal)
Türkler asırlardan beri Peygamberimize olan muhabbet ve bağlılıklarından dolayı çocuklarına en çok Muhammed ismini veriyor. Ancak edep ve hürmetten dolayı Muhammed, Mehmed olarak telaffuz ediliyor. İslam âleminde böyle bir nezaket ve zarâfet sadece Türklere mahsustur.
Bu isimlerden başka, çocuklara, Peygamberimizin sahabelerinin isimleri; Ebubekir, Ömer, Osman, Ali, Hasan, Hüseyin ve diğer sahabelerin, evliyaların isimleri konulabilir. Türk devlet adamları ve kahramanları Tuğrul, Çağrı, Selçuk, Timur, Alparslan, Orhan gibi isimler de verilebilir.
Ancak; çocuklara Müslüman olmayan hiçbir kimsenin ismi verilemez: Mesela Atilla, Cengiz, gibi…
Atilla; Orta Çağda Avrupa’yı ele geçiren Hunların reisi idi. Çok zalim ve kan dökücü idi. Allah’ın gazabı denirdi. (Kâmus)
Cengiz; Türk değil Moğol’dur. Kitapsız kâfirdir. İslam’a büyük zarar verdi. Milyonlarca Müslüman öldürdü. (Kâmus ve Kısâs-ı Enbiyâ)
Vahdeddin Han’ın Hassasiyeti
Birinci Dünya Savaşının çok sıkıntılı günlerinde, Enver Paşa’nın amcası İttihatçı Halil (Kut) Paşa, cepheden İstanbul’a gelir. Devrin Osmanlı padişahı Sultan Vahideddin Han’ı ziyaret eder. Sultan, kendisine pek çok sualler sorduktan sonra “Oğluna Cengiz ismini koymuşsun. Cengiz’in Müslümanlara yaptığı zulmü bilmiyor musun?” deyince İttihatçı Halil Paşa bu sualin mahiyet ve ehemmiyetini idrak edemediğinden “Bu Cengiz Müslümandır” diyerek kaçamak bir cevap verir. Buradan Sultan Vahideddin Han’ın dînî konularda ne kadar hassas olduğu anlaşılmaktadır. (Yüzbaşı Selahattin’in Hatıraları)
Türk Dünyasındaki İsimler
Osmanlı’da olduğu gibi Türkistan coğrafyasında da kullanılan isimler hemen hemen aynıdır. Mesela; Türkistan’da o kadar çok Murat ismi var ki; birbirine karışmasın diye bu isme bir kelime daha ilave etmişlerdir: “Bayrammurat, Begmurat, Nurmurat, Şahmurat, Cumamurat, Sefermurat, Babamurat, Ağamurat…”
Türkmenistan’dan Prof. Dr. Aydoğdu Bey İstanbul’a gelmişti. Kendisine “Biz tek millet, iki devletiz. Ceddimiz Osmanlının Kayı Boyu-Karakeçili Aşireti, ülkenizin Mahan bölgesinden Anadolu’ya geldiler. Sizde en çok kullanılan isim hangisidir?” deyince; O da “Murat; hatta Cumhurbaşkanımızın ismi de Sefermurat’tır” dedi. Bunun üzerine “Bizim de 36 Padişahımız var, beşinin adı Murat’tır. İşte bu da aynı millet iki devlet olduğumuzu teyid ediyor” dedim.
Türkistan’da Gül Sevgisi
Yavuz Bülent Bâkiler, Sovyetlerin dağılmasından sonra Kırgızistan’a gittiğinde orada ilk dikkatini çeken, kız çocuklarına verilen “Gül”lü isimlerdir. Adını sorduğu pek çok kadın ve kızın isminin ya gülle başladığını veya gülle bittiğini işitince sevinçle şöyle der:
“Gül, bizim kültürümüzde; tasavvuf edebiyatımızda Peygamberimizin sembolüdür.”
Yavuz Bülent Bâkiler’in tespit ettiği yüze yakın güllü isimlerden bazıları şunlardır: “Gülay, Gülayşe, Gülzade, Gülmira… Lalegül, Nurgül, Meralgül, Nazlıgül…”
Anadolu’da Bazı İsimlerin Veriliş Sebepleri
Anadolu’da bazı isimlerin çocuklara verilmesinin çeşitli sebepleri vardır. Mesela çocukları yaşamayanlar, erkek çocuklarına “Dursun, Durmuş, Durdu, Yaşar”; kızlara ise “Dursune, Yaşare” ismi verir. Arka arkaya kızı olan bazı anne-babalar, bir sonraki çocuklarının erkek olması için, kızlarına “Döne” ismini verirler. Ayrıca çok çocukları olan bazı aileler, bir daha çocuklarının olmaması için son çocuklarına “Yeter, Soner, Songül…” gibi isimler koyarlar.
Bazı yerlerde de çocukları yaşamayanlar, yeni doğan çocuğu bir evliya türbesine götürüp dua eder ve çocuğu bu evliyaya sattık derler. Böylece çocuğun ismi “Satılmış” olur. Tabii ki bu gibi isimlerin manevi bir değeri olmamakla beraber, haram ve günah da değildir.
Bazı kimseler de memleketlerindeki evliyaların isimlerini koyuyorlar. Bu da güzel bir âdettir. Mesela Sahabelerden “Ukâşe” hazretlerinin türbesi Gaziantep ile Kahramanmaraş arasında bulunmaktadır. Bundan dolayı buralarda Ukâşe ismi çok yaygındır. Ancak Ökkeş diye telaffuz edilmektedir ki böyle söylemek uygun değildir. “Ukâşe” denilmelidir.
“Tâhâ” ve “Fehim” isimleri, Seyyid Tâhâ-yı Hakkâri ve Seyyid Fehim Arvasî hazretlerinden dolayı Van ve Hakkâri’de çoktur. Son asır Harput evliyasından Osman Bedreddin hazretlerinden dolayı Elazığ ili ve civarında “Bedreddin, Bedri, Bedriye” isimleri fazladır.
Ayrıca, Şaban ayında doğana “Şaban”, ramazan ayında doğana “Ramazan”, Berat gecesinde doğana “Berat”, Kadir gecesinde doğana “Abdulkadir” ismi çok konulmaktadır.
“D” Harfi Düşmanlığı!
Edebî, zengin lisanımızı uyduruk dile çevirenler, isimlerimizde de tahribat yaptı. Mesela, sonu “d” harfi ile biten isimler, “t” sesi ile yazılıp okunmaya başlandı. Böylece başta Peygamberimizin ismi “Muhammed” olmak üzere “Ahmed, Mehmed, Nihad, Bülend…” gibi pek çok isim maalesef “Muhammet, Ahmet, Mehmet, Nihat, Bülent” şeklinde yazılır oldu.
Meşhur edebiyatçılarımızdan Nihad Sami Banarlı Bey bu hususta diyor ki;
“ ‘d’ yumuşak, ‘t’ sert harflerdir. ‘d’ler ‘t’ye çevrilince dilde sertleşme meydana geldi. Bilmem psikologlarımız ne derler ama biz, son zamanlarda sokaklara dökülen terbiye dışı, kaba, sert hareket ve sözlerde bu yanlış ve zevksiz dil sertleşmesinin büyük rolü olduğu inancındayız.”
Nihad Sami Banarlı Bey bu mevzuda, Abdülhak Hamid ile Müderris Ferid Bey arasında geçen şu nükteyi kaydediyor:
Abdülhak Hamid ile Müderris Ferid Bey, isimlerinin son harflerinin “d” den “t” ye çevrilmesine dair emir geldiğinde; ismi Hamit kılığına sokulan şair, adı Ferit sertliğine bürünen müderris Ferid Bey’e; “Nihayet senin de kuyruğuna bir ‘it’ taktılar” deyince; Ferid Bey de “Benim hiç olmazsa ‘fer’imi bıraktılar. Senin adın hem ‘ham’ hem ‘it’e döndü” cevabını verir. (Nihad Sâmi Banarlı – Türkçenin Sırları)
“Din”; “Tin” Olunca!
Milletimizin asırlardan beri çocuklarına verdiği “Seyfeddin, Nureddin…” gibi pek çok ismin sonundaki “din” “tin”e çevrilince, kelimelerin sertleşmesinden başka, mânâları da bozuldu, “tin”in Türkçe’de bir karşılığı yoktur. Arapçada ise “incir” mânâsına gelir. “Seyf” ise Arapçada “kılıç” demektir, “Seyfeddin”; “dinin kılıcı” iken; “Seyfettin” yazılınca “incirin kılıcı”; “Nureddin” ise, “dinin nuru” iken “incirin nuru” oldu. İsimlerin böyle bozulmasında mutlaka bir gizli maksat ve gaye olmalı!…
Soyadı
“Soy”u denilince; bir kimsenin sülalesi, ailesi, kavmi, ceddi, nesli anlaşılır. “Soyadı” ise bunları ifade eden kelimedir. İsviçre’den alınarak 1934’te Mecliste kabul edilen kanuna göre her Türk vatandaşına, bir soyadı alma mecburiyeti getirildi. Yine 1934 yılında çıkarılan kanunla da “Hacı, Hoca, Hafız, Zâde, Molla, Ağa, Paşa, Efendi, Bey, Beyefendi, Hanım…” gibi unvanların kullanılması yasaklandı.
Türk milletinin soylarının adı ekseriya millî ve manevi hüviyete sahipti: “Hocazadeler, Hafızgiller, Hacıoğulları, Beyzadeler, Ağagil, Paşazadeler, Efendioğulları…” gibi. Soyadı Kanunu çıkınca bunları almaları ve kullanmaları yasak edildi.
Nüfus müdürlükleri, soyadı almak için gelen vatandaşlara çeşitli zorluklar çıkarırlardı. Birçoklarına da ellerindeki hazır listelerinden kendileri seçip soyadları verirlerdi. Mesela: “böcek, geyik, dana, tosun, koç, koyun, sülük, tavşan, tilki, ördek, taş, toprak, çamur, kavak…” gibi çirkin ve garip soyadları zaman zaman medyada da haber olur.
Mesela Meteoroloji eski Genel Müdürlerinden Faysal Bey’in soyadı “Geyik”tir. Yine şu anda Antalya Belediye Başkanı Muhittin Bey’in soyadı ise “Böcek”tir.
Soyadı Kanunu çıktıktan sonra daha da çok Batılılaşmak için insanlara isimleri ile değil soyadlarıyla hitap edilmeye başlanıldı. Mesela;
“Sayın Genel Müdür Geyik!”,
“Sayın Başkan Böcek!” gibi…
Genç muhabir, spiker ve sunucular; babası yaşındaki kimselere sadece soyadları veya isim ile soyadlarını birlikte söyleyerek hitap ediyor. Yani “bey” demekten kaçınıyorlar. Bu da Türk örf ve âdetine hiç uygun olmuyor.
Hayırlı Bir Hizmet
Şimdiye kadar bir kimsenin Nüfus Müdürlüğüne giderek soyadını değiştirmesi mümkün değildi. Mahkemeye gitmesi, dava açması, şahitler göstermesi gerekirdi. Ancak; hükümetimizin 2017 yılında çıkardığı kanunla; isteyenlere, soyadlarını değiştirebilme imkânı verildi. Bugüne kadar 260 bin kişi soyadını değiştirdi. Bu kanun Türk milletinin çok hayrına olmuştur.
2019 TUİK verilerine göre ülkemizde çocuklara en çok verilen isimlerin “Yusuf” ve “Zeynep” olduğu tespit edilmiştir. Bilindiği gibi Yusuf, peygamber ismi, Zeynep de Peygamberimizin kızının ismidir. Halkımızın çocuklarına böyle mübarek isimler vermesi de memnuniyet vericidir.