B
ilindiği gibi Çin Seddi, dünyanın yedi harikasından biridir. Bu set öyle büyüktür ki, Ay’dan görülebilen Dünya’daki tek yapı budur. Çinliler bu set ile gurur duyarlar. Ülkelerine gelen bütün ziyaretçileri bu seddi görmeye götürürler. Çinliler, övündükleri ve gurur duydukları bu seddi niçin yaptılar? Türk korkusundan!..
15-16. asırlarda Doğu’da olduğu gibi Batı’da da büyük “Türk korkusu” vardı. Şöyle ki; 1540 yılının Ağustos ayında Osmanlı padişahı Kanuni Sultan Süleyman sefere çıkar. Eylülün ilk haftasında Budapeşte’yi alır. Macaristan’a tam mânâsıyla hâkim olur. Almanya’da büyük bir heyecan ve telaş baş gösterir. Bundan çok korkan Alman Prensi, 8 Eylül 1541 günü Protestanlığın kurucusu Martin Luther’e “Türk’e Karşı Duaya Çağrı” (Vermeanung Zum Gebet Wider den Türcken) isimli eseri yazmasını söyleyerek şu emri verir:

“Buda ve Peşte’yi alan Avusturya birliklerini ağır bir mağlubiyete uğratarak kovalayan Türkler, Avusturya’ya doğru büyük bir halk kütlesini sürdüler. Türk padişahı da Macaristan’a gelmek üzere yola çıkmış. Orada Türkleri durdurabilecek hiçbir bir engel yoktur. Bu, büyük bir korku ve üzüntü sebebidir. Asıl endişe veren ise Türk hükümdarının Buda ve Peşte ile yetinmeyeceği, seferini Avusturya ve Viyana’ya kadar devam ettireceğidir. Bundan sadece bölgedeki ülkeler değil, Alman milleti başta olmak üzere, bütün Hristiyanlık dünyası, telafisi mümkün olmayan zarar ve sıkıntı görecek, belki de çöküş tehlikesi bile yaşayacaktır.”
Tek Çare: Dua!
Ayrıca Prens şu hususlara dikkat çeker: “Sachsen Prensliğindeki vaizler mutlak surette bütün konuşmalarında mevcut Türk tehlikesinden kurtulmak için halkı duaya davet ve teşvik etsinler.”
M. Luther aslında bu hizmete hazırlıklıdır. Prens ile aynı görüştedir. Nitekim kendisine akıl danışan ve tehlikelere karşı mücadele eden bir Alman’a yazdığı 14 Ağustos 1541 tarihli mektubunda da şöyle diyor: “Her şeyden evvel Türkler tarafından cezalandırılmayı gerektirecek günah işlediğimizi anlamalı ve söylemeliyiz. Tanrı’nın emirlerine uymalı; evvela inancımızın esası olan ‘Vaterunser’’i (Hıristiyanların önemli bir duası) yüreğimize sindirelim, ondan sonra vuralım, göze alınabilecek her şeyi göze alalım.”
M. Luther, umutsuzluğunu da şöyle dile getirir: “Türklere karşı zafer için dua etmeye ne gücüm ne de umudum vardır; Tanrı’ya sadece kurtarılabilecek şeylerin kurtarılmasına yardımcı olması konusunda yakarabilirim.”
Luther, Türklere karşı savaşta gerekli maddi kaynakları sağlamak için Alman Kayzerlerinden gerekli gördüklerinde “Türk vergisi” adıyla bir vergi koymalarını talep eder. Vergi, halk tarafından hoş karşılanmaz. Yer yer bu vergiye karşı olumsuz tutumlar görülür. Luther bu tür tepkileri haklı görmez ve “Hem vergi verilmeli hem de asker olarak savaşa katılmalı” görüşünü savunur.
M. Luther, Türklerle mücadele etmenin de boşuna olduğunu şöyle ifade eder: “Türklere karşı direnmek isteyen dua etsin! Surlarımız, toplarımız ve bütün serflerimiz onlara bir şey yapamaz. Yapı ustalarımıza şöyle diyorum. ‘Paternoster’imizin (Hıristiyanlıkta bir dua) bir şey yapamadığı Türklere, sizin surlarınız hiç dayanmaz, onlara ve şeytana vız gelir. Türk, etrafı demirden surla çevrilmiş şehri veya ülkeyi bile alır. Biz de yiyeceksiz kalır, açlıktan ölürüz!.. Türk, olağanüstü güçlüdür. Bu bakımdan Türk’e karşı savunma imkânsızdır. Savunmayı bırakın, Tanrı’ya bizleri koruması için dua edin.”
M. Luther, Alman tebaasında yaşamaktansa Türk hâkimiyetine girmeyi tercih eden Almanlara ateş püskürerek “Türk hâkimiyetini arzu etmek en büyük günahlardan biridir. Kendi idarecilerini lanetleyip Türklere koşanlar, onlar arasında hiçbir zaman vicdan rahatlığı içinde yaşayamazlar. Gönüllü olarak Türklere katılanlar, onların dostu ve suç ortağı olurlar. Bir Hıristiyan, kanlı köpek Türkler arasına karışmaktansa kendi idaresinde iki kere ölmeyi tercih etmelidir” der.
Türklerin Karakteri
M. Luther eserlerinde Türkleri çok hakir ve aşağılık göstermekle beraber şu ifadeleri de kaleme almıştır:
“Türkler dış görünüşleri bakımından dürüst, disiplinli ve itibarlı insanlardır. Onlar şarap içmez, bizde olduğu gibi ölçüsüz yiyip içmez, hafif meşrep ve pahalı giyinmezler; ihtişamlı binalar yapmaz, gururlanmazlar; yemin etmez, sövüp saymazlar. Hükümdarlarına karşı son derece itaatkâr ve faziletlidirler.”
Luther, Türk din adamları için de şunları söylüyor: “Türklerin en korkutucu ve kötü taraflarından biri de ciddi, dürüst ve disiplinli bir hayat süren din adamlarının olmasıdır. Bu din adamları insandan çok melek gibidirler. Onları Papalık nezdindeki rahipler ve papazlarla karşılaştırmak imkânsızdır. Türk din adamları bazen kendilerinden geçerler, ölü gibi olurlar; bazen de harika haller gösteriler. Bu durum kimi korkutmaz ve etkilemez ki!..”
M. Luther, Türkleri mağlup etmenin zor olmasının, askerî güçlerinden çok, hayat tarzlarından ileri geldiğini ifade ederek “Kaderimiz neyse o başımıza gelecek. Türkler -saati gelmeyince kimse ölmez- diyorlar ve buna inanıyorlar. Bundan dolayı Türklerin gözü pek karadır. Bir Türk’ü dininden döndürmek imkânsızdır. Her zaman doğru ve haklı olduklarına inanırlar” der.
Alman teolog “Türk tehlikesini gidermek için de aynı inançla Türk’e karşı dua edilmeli.” dedikten sonra şöyle devam eder: “Halk dinî vazifelerini yerine getirmeye dikkat etmeli, vaazlardan sonra ‘Psalm’ (Kilisede koro halinde okunan dualar) okunmalıdır. Bütün bunlar yapıldıktan sonra, halktan biri ‘Tanrım bize barış ihsan eyle’ demelidir. Bu duaların kiliselerde düzenli yapılması, Türklerden kurtulmaya yeterlidir.”
Görülüyor ki M. Luther’in Alman halkına Türklere karşı zafer kazanmak imkânsızdır, bunun için sadece dua etmelidir mesajı vermiştir. O “Tanrı, ülkelerini soyup soğana çeviren; zalim, faizci, din tanımaz ve kötü idareciler yüzünden Almanları ezsin diye Türkleri üzerine göndermiştir. Günahlarından arınmadıktan sonra göndermeye devam edecektir” demektedir.
Luther’in “Türk’e Karşı Duaya Çağrı” eseri, 15 Eylül 1541’de tamamlanır. Aynı yıl içinde Wittenberg, Nürnberg, Ausburg’da iki defa, 1542 yılında sırasıyla Strasbourg, Wittenberg gibi önemli Alman şehirlerinde çok sayıda basılır. Latinceye tercümesi yapılır. Böylece bütün Avrupa’da yayılması sağlanır. Daha sonraki yıllarda devamlı tekrar basılır. Bu eserinin orijinal metni Heidelberg Üniversitesi Kütüphanesinde bulunmaktadır.
Türk Ordusu Mağlubiyet Görmemiş
1553’te İstanbul’a gelen Alman İmparatoru’nun Elçilik Heyeti Reisi Busbecq’in de Türkiye hakkındaki müşahede ve düşünceleri çok dikkate şayandır. O, Türk ordusunda gördüğü iman, nizam, fedakârlık ve temizlik dolayısıyla hayranlığını belirtirken kendi memleketinde hüküm süren fakirlik, tembellik, imansızlık, maneviyat bozukluğu, ordunun disiplinsizliği, sebatsızlığı, subayların zulmü, sefahat, sarhoşluk ve kumardan çok şikâyet eder ve “Türk ordusu mağlubiyet görmemiş, tecrübeler kazanmış, sabırlı, intizamlı olup daima zafer şarkıları söylemiş; şan ve şerefe alışmış ve uğurlu istikbale inanarak İran’dan Macaristan’a kadar çok büyük kaynaklara sahip olmuştur”der.
Busbecq’in “Bu gidişin sonu hakkında bir tereddüt var mıdır? Bizim halimiz mâlum; ne korkunç şey Allah’ım! Türklerin mevcut sistemini kendi sistemimizle mukayese edince istikbalin başımıza getireceği felaketleri düşünüyor, titriyor ve akıbetimizden korkuyorum” cümleleri, Osmanlı ve Avrupa arasındaki kuvvet farkını güzel ifade eder.
Osmanlı devlet adamlarından Hayrullah Efendi “Avrupa Seyahatnamesi” isimli kitabında diyor ki: “Viyana’da şiddetli bir rüzgâr estiğinde Türk akıncılarının şimşek gibi geldiğinden kinaye olarak ‘Türk gibi esti’ derler. Çocukları da umacı geliyor diye korkuttukları gibi ‘Türk geliyor‘ deyip korkuturlardı.”
1534 yılında Viyana’daki St. Stephen Katedrali’nde, Osmanlı akıncılarının yaklaştığını görüp çan çalarak haber vermekle vazifeli bir memuriyet ihdas edilmişti. Bu memuriyet ancak 1956 yılında, Viyana belediye Meclisince, “Artık bir Osmanlı tehlikesi kalmadığından, bu vazifenin lüzumu yoktur” diye bir karar alınarak iptal edilmiştir. (Yılmaz Öztuna)
Ne yazık ki 15.asırda atlarıyla Almanya-Avusturya’yı titreten Osmanlı akıncılarının torunları, 20.asırda ellerinde tahta bavul, kara trenlerle işçi olarak Avrupa’nın yolunu tuttular. Dil bilmeyen, yol bilmeyen, çoğu ilkokul mezunu binlerce Anadolu Türk’ü, madenlerde, fabrikalarda ve en ağır işlerde yılmadan usanmadan çalıştılar, asimile olmadılar. Kiliseleri, havraları satın alıp camiye çevirdiler. Kubbeli-minareli pek çok cami yaptılar.
İkinci-üçüncü neslin çocukları okudular, Almancayı çok iyi öğrendiler, iş kurup patron oldular. Şimdi şirketlerinde Almanları çalıştırıyor iş veriyorlar. Ana vatanı da hiç ihmal etmediler. Her tatilde yurda geldiler. Köylerini, evlerini imar ettiler. Ülkemizin kalkınmasında önemli rolleri oldu. Günümüzde Türk milletine dini, tarihi ve dili doğru öğretilirse yeniden ecdadına layık olacağına şüphe yoktur.