Dil ve EdebiyatTürk Dili

Doğru, Zevkli, Zengin Dil

H

er millet, konuşma ve yazı dilinde bu üç ana vasfa ilim, akıl ve salim his ölçüleri ile bağlı kaldığı ve riâyet ettiği nisbette dilini kültür ve medeniyet dili olarak geliştirme ve câzibleştirme imkânına erer.

Kültür dili derken, bir millete hâs olan bütün maddi, mânevi mevzuların zevk, his ve fikir bakımından incelikleri, derinlikleri, en hassas noktalara varan ayrılıkları ile ifâde edilebilmesini düşünüyoruz.

Medeniyet dili ile ise, insanlığın başlangıcından bugüne kadar milletlerin ve toplulukların ortaklaşa yoğurdukları ve birlikte sahip olup derece derece hükmedebildikleri maddi ve mânevi değerleri yine aynı fikir, his ve zevk incelikleri ve zenginlikleri ile kendi dillerinde ifâde edebilmelerini kasdediyoruz.

Doğru dil; kelimeleri, tâbirleri, cümleleri, ifâdeleri o dilin kanun ve kaidelerine uygun olan, zorlama olmadan, zaman içerisinde, cemiyet tarafından tabii şekilde geliştirilen dildir. Her meslekten, her aklına esen insanın bilgisiz, esintili ve sezgiden mahrum tasarrufu ile doğru ve zevkli dile varılamaz.

Güzel, zevkli dil, yine kelimelerin, tâbirlerin, cümle ve ifâdelerin ait olduğu dilin kaidelerine, mantığına uygun olması kadar, milletin dil hissine, zevkine yakışan zihin, ruh ve kulak tırmalamayan ahenkli, müzikal, cazip dildir.

Meselâ son zamanlarda uydurulup devlet imkânlarıyla da çeşitli yoldan zorlanan -esi sıfatlarından “ol-ası” ve “ol-ası-lık” kulak tırmalayan zevksiz kelimelerdendir. “Olası” muhtemel, “olasılık” ihtimâl karşılığı kullanılmaktadır.

“Gerek-se-me”, “gerek-sin-im” ve “gerek-si-n-me” uydurma kelimelerinin üçü de “ihtiyaç” anlamında kullanılmakta ve istek belirten -se- ile isimden isim yapılmış olmaktadır. Hangisinin kullanılacağına “ilerici-uydurmacıların” karar veremediği bu kelimeler şüphesiz, hiç değilse zevksiz ve sevimsizdirler.

Esirgemek, yadırgamak gibi seyrek kullanılan -irge- ekli, bir davranış ifâde eden fiillere kıyâsen uydurulan “in-dîrge-mek” mânasından saptırılan zevksiz, câhilce bir uydurmadır.

Pek beğenilmiş tesiri verilmeye çalışılarak hayât karşılığı kullanılan “yaşantı” kelimesine bakınız!

Dilimizde -inti- eki ile, söylenti, kazıntı, çıkıntı, sıkıntı, üzüntü, buluntu, süprüntü, çalkantı, sarsıntı, sarkıntı, esinti vs. gibi asıl ve tabiî olana ve asıl hâle nisbetle eksiklik, azlık, kusur, illet, hastalık vs. ifâde eden kelimeler yapılır.

Bu sınıf arasında “hayât” gibi sıhhat, canlılık, ömürde uzun devamlılık, varlık ifâde eden bir mefhuma bilgisizce ve sezgisizce “yaşa-ntı” veya aynı şekilde zevksiz olarak “yaşa-m” denmeye kalkılması inat ve kasıddan başka birşey değildir.

Uydurmacıların en azından her ekin her kelime kökü ile birleşmiyeceğini, birleşemiyeceğini bilmeleri lâzımdır. Bu da bilinmezse veya konu kasıd ve zorlama ile ele alınırsa “yaşa-ntı” “yaş-m” gibi tatsız ve isabetsiz kelimeler ortaya atılmış olur.

Dili sadeleştirme, konuşma ve yazma dillerini yaklaştırma, tabii bir seyir içinde geliştirme ve zenginleştirme hareketi bir bilgi, metod, zevk ve seziş işidir; fakat psikolojik bakımdan asla bir “kompleks” meselesi olmamak lâzımdır.

Dil hareketi ile dilimizde % 10-15 nisbetinde doğru ve güzel kelime kazanılabilmiş olmakla beraber, ortaya atılan kelimelerin büyük kısmının isabetsiz ve Türkçemizin yapısına, zevkine ve mantığına aykırı olduğu meydandadır.

Dil zenginliğinin hiçbir millette ve hiçbir dilde tasfiyeci-uydurmacılığa dayandırıldığı görülmüş değildir. Tasfiye ve sözde dili “arılaştırma” ve “özleştirme” gibi bir aşağılık duygusu sâdece dilin ve dolayısı ile duygunun, zevkin, tasavvurun, tahayyülün ve tefekkürün daralmasına, dumura uğramasına yol açar. Bizden başka da, dünyanın hiç bir memleket ve milletinde böyle sakat bir dil sadeleşmesi ve “arılaştırma” tatbikatına rastlanmaz.

Macarlar, Almanlar vs. dilleri üzerinde çalışırlarken, onun zevkine, kanunlarına aykırı zorlayıcı tasarruflarda bulunmadıkları gibi, dillerinin zenginliğini giderecek, ince duygu ve düşünce farklarını ifâde imkânını önleyecek tasfiye hareketine iltifat etmemişledir.

Başka dillerin kaidelerinin dilimizde elbette yeri olmamalıdır. Bundan tabii bir düşünce ve istek olamaz. Ama “mektep” kelimesini atıp Fransızca “ecole” den “okul” yapmak, “hayâl” kelimesini bir tarafa bırakıp “image” den “imge”, “paşa” yı atıp kanunla “général” den “general” yapmak ve “müdür” yerine kanun zoru ile hâlâ bazı makamlar için “direktör” kelimesini kullanmak vs. ne arı dilciliktir, ne doğru ve bilgili Türkçeciliktir, ne de dil sevgisidir.

Zorlamasız dil gelişmesi ve zenginliği için milletler tarihlerinin seyrini gözden uzak tutmamak durumundadırlar. Böyle davranışlar kimi yerde cehaletin, kimi yerde istismarcılığın, kimi hâlde de bozgunculuğun ve hiyânetin tâ kendisidir.

Milletçe şuurla, idrakle, yurt içinde milli bütünlüğümüzün ana kaynağı, Türk âleminde anlaşma ve kültür birliğimizin temel dayanağı olan dilimize sahip çıkmak zorunda olduğumuzu dâima hatırda tutmalıyız.

Prof. Dr. Emin Bilgiç

Kaynak

İlgili Gönderiler

1 / 128