Dil ve EdebiyatTürk Dili

Dilde Uydurmacılık

U

ydurmacılar biz bildiğimiz gibi yaparız, gramer arkadan gelsin diyorlar. Oysa dilin bünyesine uygun olan değişmeler ve yeni kelimeler kabul edilmelidir.”

    İlk Türk Dili Kurultayı’nın toplanma tarihi olan 26 Eylül (1932) tarihi, son zamanlarda “Dil Bayramı” olarak kutlanmaktadır. Her yıl, yapıla gelmekte olan bu törenler, halkın ilgisini toplayamıyor. Bayram herkesin sevinçle, kıvançla kutladığı mutlu günler demektir. Oysa bütün halkımız dil konusunda dertli ve şikâyetçidir. Öztürkçe adı altında uydurma bir dilin ortaya çıkmış olması üzüntüyle karşılanmaktadır. Bu yazıda dil meselesini çeşitli yönlerden değil, sadece uydurmacılık bakımından ele alacağız.

  Dünyanın bütün dillerinde büyük ediplerin, eserlerinde zaman zaman yeni kelimeler kullandıkları görülür. Buna “neologism” denir. Yeni kelimeler kullanılır veya eski kelimelere yeni mânâlar verilirken başlıca iki noktaya dikkat edilir. Bunların fazla sayıda olmamaları, dilin bünyesine ve kurallarına aykırı bulunmamaları. Koskoca bir kitapta bunların sayısı ikiyi üçü geçmez ve ancak bir teklif olarak ileri sürülürler.

   Bizde ise durum tamamıyla aksinedir. Sıradan bir takım adamlar, yazdıkları her yazıda bir sürü bilinmeyen, yeni kelimeler kullanıyorlar. Sayfalar bunlarla dolup taşıyor.
  Bir cümle içerisinde bazen dört beş tane anlaşılmaz kelime bulunuyor. Bunları çok zaman kendileri meydana getiriyor, daha doğrusu uyduruyorlar. Bu halin “neologism” ile bir ilgisi yoktur. Çünkü birinde tabiîlik ve dilin gramerine uygunluk esastır, öbürü ise hiçbir kural ve kayıt tanımamaktadır. Birincisi normal ve uydurma olmadığı halde, ikinci çeşitten olan kelimeler sun’î ve uydurmadır.

Ekler de Uydurma Olunca…

   Bugün ortada görülen bu uydurma kelimelerin, ekleri uydurmadır ve teşkil ediliş şekilleri dilin bünyesine aykırıdır. Ekler uydurma olunca, bundan doğan kelimeler de uydurma ve “gayrimeşru” olmaktadır. Fakat dili özleştirmek adına dili bozanlar henüz ek uydurma safhasındadırlar. Buna bir de kelime kökü uydurmak hususu eklenirse, asıl facia o zaman kopacaktır. Uydurma eklere örnek olmak üzere hemen “-sal, – sel”, “-al, el, -1”, “-av, – ev, – v”, “-ey”, “-gür”, “-gar” ekleri ileri sürülebilir.

  Bu ekler Türkiye Türkçesinde mevcut değildir. Bir kısmı Fransızca’dan, bir kısmı başka Türk lehçelerinden (ama fonksiyonları değiştirilerek) alınmış; bir kısmı ise uydurulmuştur. Bu duruma göre meselâ siyasal, doğal, bilimsel, cinsel, toplumsal, sınav, ödev, görev, türev, birey, özgür, uygar kelimeleri uydurma ve yanlıştır.

  Uydurma eklerle bilinmeyen köklerden meydana getirilen kelimeleri anlamak imkânsızdır. Bunlar, okuyan ve dinleyenlere bir şey anlatmazlar. Halbuki dil, anlaşmak, birbirini anlamak ve bir şeyi anlatmak içindir.

  Bir yazısında, konuşmanın yüksek bir ruhî fonksiyon olduğu, kelimelerle düşünüldüğü, kelimelerle mücerred mefhumlar kavrandığı için dil konusunun ruh hekimlerini ve psikologlan yakından ügilendirdiği noktası üzerinde duran değerli arkadaşımız Prof. Dr.Ayhan Songar; sinir sisteminin çeşitli bozukluklarından konuşma sisteminin müteessir olduğunu, buna düşünce kusurunun da daima az veya çok refakat ettiğini belirttikten sonra şöyle demektedir:

“Bir takım akıl hastalıklarında (Şizofreni denen akıl hastalığında) hasta durup dururken kelime uydurur, bildiğimiz, tanıdığımız eşyalara kendi kafasına göre bir takım isimler takar ve bu kelimeleri konuşurken kullanır. Bunların konuşma dilleri bazen hiç anlaşılmayacak bir uydurma lisan haline gelebilir.”

  Bu hususu teyid için, çok ilgi çekici bir hâdiseyi burada anmak yerinde olacaktır. Yedi sekiz yıl kadar önce sanırım Amerika’da, vaktiyle edebiyat ve filoloji tahsil etmiş bir akıl hastasının mükemmel gramer ve sözlükleriyle üç ayrı dil icad etmiş olduğunu gazeteler yazmışlardı. Dil biginlerinin yaptığı araştırma bunların gerçekten iyi hazırlanmış olduklarını göstermişti. Bizim uydurmacıların ortaya koydukları yeni dil ise; filoloji, gramer ve linguistik bilmedikleri için, o kadarcık bile akıllıca değildir.

   Halbuki diller, uzun bir zaman içerisinde ve çeşitli tarih, coğrafya, kültür şartlan altında teşekkül etmiş, içtimaî ve maşerî yönleri olan tabiî ve canlı varlıklardır. Dil müessesesi ferdî bir hâdise değildir. Bizim aşırı özleştiricilerin, uydurma dil taraflarının bilmediği nokta budur. Bu bilinmediği içindir ki, herkes kendini dile müdahalede yetkili saymaktadır. Bu yüzden de, çığırından çıkan dil meselesi bir türlü yoluna girememektedir.

Prof.Dr. F. Kadri Timurtaş

Kaynak

İlgili Gönderiler

1 / 128