Dil ve EdebiyatTürk Dili

Dilde Değişmeler

H

ızla değişmekte olan şartlar bizi yeni bir görevle karşı karşıya bırakmaktadır. Türkiye’nin Kuzey ve Doğu yönünde yıllardan beri kapalı duran kapılar, Demirperde’nin ortadan kaldırılmasıyla ve Komünist olarak bilinen rejimin Avrupa’daki çöküşüyle birden bire açıldı. Türk ülkeleri arasında yoğun bir gidiş geliş trafiği ortaya çıktı. Bu yeni dönem, yeni ihtiyaçların gündeme gelmesine sebep oldu. İlki Türk topluluklarının birbirlerinin yazılı eserlerini okumalarına engel olan farklı alfabelere karşı tedbir alma ihtiyacıydı.

T.C. Kültür Bakanlığı, Türk topluluklarının kullandığı Latin, Kiril ve Arap kökenli alfabeleri karşılıklı olarak öğreten “Örneklerle Bugünkü Türk Alfabeleri” adlı eseri yayımlayarak bu ihtiyacı karşılamaya çalıştı. Arkasından Kiril kökenli alfabeler kullanan Türkler, alfabelerini değiştirip Latin alfabesine geri dönmek için önemli adımlar attılar.

Şimdi bu yoldaki çalışmalar hızla ilerlemektedir. Fakat Demirperde’den arda kalan Dil Perdesini, Türk coğrafyasının kültür sahnesinden nasıl indirebiliriz. Bu davanın ancak devamlı bir mücadele ve Türk topluluklarının fikir birliğiyle kazanılabileceğine inanıyorum.

Ortak bir Türk dili oluşturma yolunda Türkiye Türkçesi’nin esas alınması zannedersem herkesçe kabul gören bir gerçektir. Fakat bu durumda şimdikinden daha sabit, aşırı hızla değişmeyen bir Türkçe’ye ihtiyacımız var. Türkçe’ye “kazandırılan” her yeni sözcük(!) ve Türkçe’den atılan her kelime herkesi o ortak Türk dilinden adım adım uzaklaştırıyor ve bunu tabiî olarak en iyi bizler (Bulgaristan Türkleri), Türkiye Türkçesi’ni ve memleketlerimizde konuşulan lehçe ve ağızları konuşanlar hissediyoruz.

Mesela bir önceki cümlede kullandığım eşanlamlı “sözcük” ve “kelime”yi ele alalım. Bulgaristan’daki Bulgaristan’da konuşulan Türkçe (en azından 10-15 yıl öncesine kadar) İstanbul Türkçesi’nin neredeyse aynısıdır-  sıradan bir soydaşa “sözcük” derseniz muhatap olduğunuz kişi tam olarak ne kastettiğinizi anlayamayabilir.

Belki “söz” kökünden yola çıkarak bu “sözcüğün” anlamı hakkında tahminler yürütebilir ama bu metodu yeni ortaya çıkarılan yüzlerce “sözcüğü” çözme yolunda katiyyen kullanamaz. Oysa “kelime” derseniz iş olur biter. “Karşılaştırmalı Türk Lehçeleri Sözlüğü”nü incelediğimizde bunun gibi yüzlerce örneği göreceğiz.

Şimdi birkaçını size aktarmak istiyorum. (Sözünü ettiğim lügatta, Türkiye Türkçesi’ndeki kelimelerin 8 Türk lehçesindeki ve Rusça’daki karşılıklarını gösteren bir sözlüktür):

s. 180 “doğa”    : Bütün lehçelerde “tabiat” olarak verilmiştir;

s. 126 “çeviri”   : 7 lehçede bildiğimiz “tercüme” dir.

Bu listeye sadece Türkiye Türkçesi’nde yer alan ve tamamen oturmuş diyebileceğimiz “evrim, birey, olay, öykü, özel, uygar, araç” gibi birçok kelime ilave edebiliriz. 

“Millet” kelimesini illa da atacağız dersek Türk lehçelerinin altısını kullananlara “ulus” kelimesini öğretmek zorunda kalacağız.

Bir dilin söz hazinesindeki eşanlamlıların sayısı ne kadar çoksa o dil o kadar zengindir. Arapça’da “deve” için 1000’in üzerinde kelime tespit edilmiştir: “Hızlı deve”, “uyuz deve”, “taylağı olan deve” gibi…

Araplar: “Bize deve için birkaç yada kolaylık için en iyisi bir tane kelime yeter, arda kalanları silip atalım deseler”di bugün ne Arapça bu kadar zengin olurdu ne de size böyle bir örnek verebilirdim. Ayrıca, unutmayalım ki Türkçe’miz hızla yenilendirilmeye devam ederse 20-30 yıl sonra bizim bugünkü yazılarımızı okumaya kalkışan bir genç, metinlerin yarısından fazlasını anlayamayacaktır.

Bu gidişle Yunus Emre gibi dâhilerimizin asırlarca okunup beğenilen eserlerini, Eski Türk Edebiyatı uzmanları hariç kimse anlayamayacaktır. Bunu hayal etmek için fazla çaba sarf etmemize gerek yotur. Herhangi bir üniversitenin tarih bölümünde lisans yapan öğrencilerin 60’lı yıllarda yazılmış bir makaleyi okuyup anlamalada ne denli zorlandıklarını görmemiz yeterli olacaktır.

Dil problemine önce Türkiye’de çözüm bulunmalı diye düşünüyorum. 2 yıl önce doktoramı yapmak üzere İstanbul’a geldiğimde buradaki akrabalarımı aramak için Aksaray’da bir telefon kuyruğuna girdim. İnanır mısınız, benden önce konuşan 6 kişiden sadece sonuncusunun Türkçesi’ni anlayabildim, ki o da Türkiyeli değildi. Bir Afrikalı öğrenciydi.

Türk dili ve Türk kültürü ancak birileri tarafından benimsendikçe var olabilir. Türk coğrafyasında veya Türk ortamında yetişen bir kişi: “Ben Azeri’yim, Kırgız’ım, Tatar’ım vs.” deyip de: “Ben Türk’üm” demezse, o Türk değildir. Türk soyundan olmak yeterli değildir. Mesela Bulgarlar da Türk ırkındandır. Ama bugün Bulgar Türkleri’nin torunları: “Biz Bulgarız” derse o eski dillerinden sadece 20’ye yakın kelime ihtiva eden bir Slav dilini konuşurlar. Onlar hakkında Macar bilim adamlarından Geza Fehér, TTK’nun da bastığı “Bulgar Türkleri Tarihi” kitabının girişinde şöyle der:

“Bulgar Türkleri’nin dil kalıntılarının Arap, Yunan Latin ve birçok Islav dillerinin yazılı kaynaklarında bulunması, bu Türk boyunun muhtelif çağlarda ve alanlarda büyük tarihi rol oynadığına ve tesirlerini yalnız komşularının üzerinde değil belki kültür seviyesi yüksek diğer kavimler üzerinde de hissettirdiklerine bir delildir.”

Bu tarihi gerçek, dilin, bir milletin hüviyeti için ne kadar önemli bir unsur olduğunu açıkça göstermektedir. Bulgarlar Türk kimliğini Türkçe’yi unutarak yitirmişlerdir. Bu bir tercih meselesidir ve kimse zorla Türk olamaz, olmamalıda.

Aziz Şakir

Kaynak

İlgili Gönderiler

1 / 128