itaba düşkün olanlar arasında bile ansiklopediye, lügate bakmaya üşenenler pek çoktur. Ben ansiklopedi okumaktan, lügat karıştırmaktan zevk alırım. Bilmediklerimi öğrenirken o mevzudan bu mevzua, o kelimeden bu kelimeye dolaşıp durmak, seyahat etmek hoşuma gider.
Kaşgarlı Mahmud’un Araplara Türkçe öğretmek için yazdığı ve bir dil hazinesi olan Divanü Lûgat-it-Türk’den Hüseyin Kâzîm Kadri’nin dört ciltlik Türk Lügati’ne kadar sahiplerini rahmetle anmaya vesile olan sayısız eser var.
Tek başına bir akademi gibi çalışan, ilme ömrünü veren atalarımızın göz nurları tozun toprağın arasında sönerken, çoluk çocuk şöyle dursun, bugün artık efendibaba, haminne yaşına gelmişler bile kafalarını sade suya çorba veya kabak çekirdeği faslından kitaplarla dolduruyorlar. Kolay kolay, çabuk çabuk okunan, renkli hikâye ve romanlar elden ele geçiyor, atılıyor.
Bugünün aceleci, telâşlı, sıkıntılı insanı duyuvermeyi, görüvermeyi, öğrenivermeyi, ağır ağır okumaya, uzun uzun düşünmeye tercih ediyor. Aydın olduğu farzedilen bazı er kişilerle hatun kişiler ise gazetelerdeki resimleri seyretmekten, şıpın işi haberleri okumaktan değilse de, makalelerden sıkıldıklarını, hele fazla ciddî bir üslûpla yazılmış yazıları hiç okumadıklarını söylüyorlar. O halde mekteplerde bir yanlışlık, eğitimimizde bir isabetsizlik var. Çocuğa kitap seçme, okuma, araştırma alışkanlığı kazandırılmamış, iyiyi kötüden ayırmasına yarayacak bir zihin jimnastiği yaptırılmamış, doğruyu eğriden, faydalıyı zararlıdan, güzeli çirkinden üstün tutabilecek sağlam bir kafa verilmemişse gerisi boş lâftır.
Fransızca bilen ve Üniversite tahsili yapmakta olan bir delikanlı, dedemden duydum, en iyi lügat Şemsettin Sami’nin lûgatiymiş, onun için eski harfleri öğreneceğim, diyordu.
Eskilerin yerini dolduran, bugünün ihtiyaçlarını karşılayan, göz ve gönül doyurucu bir Türk dili lügati nerede bulunur?
Türk dilini kök, ses, şekil ve manâ bakımlarından inceleyen, her kelimenin hayat hikâyesini anlatan dört başı mamur bir eser mevcut değil.
Dilimizdeki filanca kelime ne zaman doğmuş, kökü nedir, sesi, şekli, manâsı, kullanılışı nasıl bir yol takibetmiş sualinin cevabını nerede bulacağız?
Her millet dilinin geçmişini de, hâlini de, hattâ geleceğini de biliyor. Dilin mantığı, nizamı, kanunları, kaideleri tesbit edilmiş, başından sonuna, tepeden tırnağa incelenmiş. Yığınla gramer kitabı bir tarafa, muska büyüklüğündeki ufacık lügatlerden bir kütüphaneyi dolduracak büyüklük ve sayıdaki ansiklopedik lügatlere, eski dil lügatlerinden büyük bir yazara, büyük bir esere mahsus lügatlere kadar ne isterseniz bulursunuz.
Dil canlı olduğuna göre lügat de canlıdır. O halde, daima elden geçmesi, dille beraber gelişip zenginleşmesi icab eder. Nitekim diline saygılı, diline düşkün eloğlunun yaptığı da budur.
Bir milletin kendine has duygusu, düşüncesi, sanatı ve medeniyeti o milletin kültürü ise, kültürünü muhafaza eden, yayan, o kültürü bir nesilden ötekine aktaran da dilidir.
O halde dilin mahvı kültürün mahvı, kültürün mahvı milletin mahvıdır. Dilini, kültürünü unutmuş, kaybetmiş bir milletin yaşadığı görülmemiştir. Bir milletin ömrü dilinin ve kültürünün ömrüne bağlı olduğuna göre, hepimizin millî bir şuur ve heyecanla Türkçeye ve Türk kültürüne sahip çıkmamız gerekir.
Dil buhranı, kültür buhranı derken ne sarsıntılar geçirdiğimiz meydanda. Şarktan garba kurulan salıncakta tıngır mıngır sallanırken üstümüze çöken rehavetle pek de hayra yorulamayacak korkulu rüyalar görmeye başladık.
Dünyaya Türk olarak gelmiş bir çocuk Türk’e has bir terbiye ve yine Türk’e has bir kültürle yetiştirilmezse ortaya onun bunun taklitçisi, kendinden başka herkes olan, ruhen rahatsız bir takım zavallıların çıkacağı ve birbirini sevmeyen, saymayan, birbirine millî bağlarla bağlanmamış bu yabancıların günün birinde birbirlerine düşman gözüyle bakacakları tabiîdir.
Böyle bir yabancılık, düşmanlığa kadar varan bir ayrılık milletimizi bölünmeye, parçalanmaya götürür. Seng-i musallaya konulmasına ramak kalan Türk dilinin ve Türk kültürünün karşısında saf saf durup el bağlamadan önce kadrini bilmemiz yeni bir hayat iksiri olacaktır.
Prof. Dr. Beynun Akyavaş