D
il, düşüncenin hem “sebebi” ve hem de “neticesi” dir. Bir taraftan düşünceye bağlı olarak meydana gelirken, diğer taraftan da “bizzat düşünceyi hasıl eder”… Demek oluyor ki, düşünce ancak dil ile mümkündür ve bir dil ne kadar zengin ne kadar çok kelime olursa o dili konuşanların düşünce kabiliyeti de o derecede artar.
Bir dilin içindeki kelimelerin yapısı, kuruluşu, gelişmesi ve olgunlaşması da tesadüflerle olmamaktadır. Milletlerin, dilleri, birtakım “yazar” ların uydurmalarına göre değil o topluluğun yerleştiği bölgeye, ihtiyaçlarına ve tarihi gelişmelerine göre istikâmet almaktadır. Türkler Orta Asya’dan dünyaya yayılmış, ülkeler fethetmiş, imparatorluklar kurmuşlardır bu hareketli ve akıncı tarih, onlara, çok zengin “fiil” lerle dolu bir dil kazandırmıştır.
Türkçenin her cümlesi, bu yüzden hareket ifade eder. Ayrıca fiillerimizin, başka hiçbir dilde eşine rastlanamayan bollukta ve kıvraklıkta çekim şekilleri vardır. Meselâ, İngilizcede “gelecek zaman eki” yokken ve “gelecek”, “arzu etmek” mânâsına gelen “will” ile ifade edilirken Türkçemizdeki “gidiverecekmişim” sözünün hiçbir dilde tercümesi ve böyle tek fiille âdeta bir cümle anlatılması mümkün değildir.
Buna karşılık Türkçe, mücerret kavramlar bakımından oldukça fakir bir dildir. Milletimiz yerleşik hayata geçtikten sonra, bu eksikliği de komşularından aldığı yeni kelimelerle gidermişler.
Alınan kelimeler Türkçenin potasından eritilmiş, Türkçe içinde bir çok örnekte olduğu gibi yeniden mânalandırılmış ve dilimizin gramerine uydurulmuştur. Bu kelime fetihleri yanında dilimizin ses bakımından da değiştiğini, çeşitli iklimlerden çeşitli âhenklerle musıki zenginliği kazandığını görürüz. Artık uzun konuşmaya vakti olmayan, hareketli Türklerin kısa ve sert heceleri, yerini, bazen uzun hecelere, derin mânâlara bırakmakta, Anadolunun göbeğinden fışkıran bir Yunus Emre,
Ben Yûnus-u bîçâreyim
Dost ilinden âvâreyim
Baştan ayağa yâreyim
Gel gör beni aşk neyledi.
Diyebilmektedir. Sonra, kalkıyoruz, beceriksiz, bir operasyonla dilimizden uzun heceyi atıyor, birkaç kelimede birkaç mânâyı birden silen yanlış kelimeler uyduruyoruz. Asırların biriktirdiği, bu hazineyi toz toprak gibi süpürmeye kalkıyoruz. Bir de: son zamanlarda neden “fikir adamı”, neden “sanatkâr” yetişmiyor diye hayıflanıyoruz. “Kem alet ile Kemalat”olur mu hiç?