u köşede zaman zaman dil
meselesine giriyor, bilhassa Türkçe’nin bünyesine mal olmamış, yani
Türkçeleşmemiş yabancı kelimeleri kullanma merakını şiddetle tenkit ediyorum.
Aslında bir geçiş dönemini yaşadığımızın farkındayım. Türk toplumu içten içe
büyük bir değişim yaşıyor, bundan dilin de payını alması çok tabiidir.
Ancak sınırsız bir iktidarın
peşinde koşan “medya”; bana öyle
geliyor ki, dönüşümün tabii istikametini bulmasına meydan vermemektedir. Yani, “Türkçe de yeni bir oluşum dönemi yaşıyor,
bu sosyolojik hadiseye müdahale etmek, zaten bir ucube’ye dönen dilimizi
büsbütün tanınmaz hâle getirebilir” demek istiyorum, ancak başlıbaşına bir
ucube olan “medya”nın, sadece dili
değil, bütün değerleri zorbaca bir tahakkümle altüst ettiğini düşününce, “Evet” diyorum. “Bu gidişe dur demek gerek!” Ama nasıl?
Bunları, Türk Dil Kurumu Başkanı
Prof. Dr. Ahmet Bican Ercilasun’un imzasıyla gönderilen yazıyı okurken
düşündüm. Kültürümüzün en mühim unsuru olan Türkçe üzerinde titremek, onu
yabancı kelimelerin istilasından korumak, serpilip gelişmesini sağlamak
gerektiği ifade eden yazıda, TDK bünyesinde kurulan “Yabancı Kelimelere Karşılık Bulma Komisyonu”nun yaygın olarak
kullanılan birtakım yabancı kelimelere bulduğu karşılıklar hakkındaki
düşüncelerimi soruluyor. Zannederim aynı yazı bütün basın yayın müesseselerine ve
köşe yazarlarına gönderilmiştir.
Teklif edilen kelimeleri
inceledim ve kendi kendime “Niçin
olmasın?” dedim. Mesela “viyadük”
karşılığı olarak düşünülen kelime “köprü
yol”. Türkçe’nin gerçek sesini duyabilenlere (öyle birileri kalmışsa!) ses
olarak son derece komik gelen “viyadük”
kelimesini telaffuz etmek de zor.(*) Gedik Ahmet Paşa Köprüyolu demek mi kolay,
viyadüğü demek mi?
Eskilerin “rü’yet” dedikleri “vizyon”
için teklif edilen ve Türkçe’de zaten var olan “uzak görüşlülük” de güzel; vizyon sahibi kadar fiyakalı(!) değil
de, mana bakımından hiçbir eksiği yok. Fiyaka, viyadük gibi, vizyon gibi, eki
kökü herkesçe bilinmeyen kelimelerde keramet vehmedilmesinden ve bunları
kullananların ilave bir itibar kazandıklarını zannetmelerinden ileri geliyor.
Son zamanlarda “süper”in tahtına oturan ve Grekçe’de “büyük” mânâsına gelen “mega” içinse “büyük” kelimesi teklif ediliyor. Mevcut kelimelerin yeniden teklif
edilmesi ne tuhaf!” Ne tuhaf ülke burası! Birtakım adamların –hadi projeye
alıştık artık- “büyük proje”, “dev proje” yahut “muazzam proje” demek varken, ağızlarını doldura doldura “mega proje” demeleri yok mu? İfrit
oluyor insan!
Yazıda, “çekap” yerine “tam bakım”,
“sorti” yerine “çıkış”, transformasyon yerine de “dönüşüm”, “biçim
değiştirme” kelimeleri teklif edilerek “kabuğunu
çatlatma” deyiminin de kullanılabileceği belirtiliyor. Daha çok bir spor
terimi olarak yaygınlaşan “start”
için de “başlama” veya “çıkış” kelimelerinin kullanılabileceği,
özellikle bilgisayarda “start”
komutu için “başla” kelimesinin
tercih edilmesinin gerektiği üzerinde duruluyor. “Start yeri” ve “start
vermek” için bulunan karşılıklar da şunlar: “Başlama yeri”, “başlatma”.
Siyasî edebiyatta Max Weber
tarafından armağan edilen “karizma”
terimi için teklif edilen “büyüleyici
özellik” ile “medya” için teklif
edilen “iletişim araçları” ve “iletişim ortamı”nın yerlerine
oturduğundan emin değilim. Çünkü bu iki mefhum mega gibi, start yahut çekap
gibi sade değil, doğrudan doğruya bir zihniyet dünyasına yaslanan, çerçeveleri
çok geniş ifadelerdir.
Dil bir şuur işidir; tarih şuurundan mahrum,
yani içtimai hafızasını yitirmiş nesiller yetiştirdiğiniz müddetçe, dil ve
kültürdeki istikrarsızlık devam edecektir. Bugün yabancı kelimeleri kullanarak “çağdaş”laştıklarını zannederler, yarın
çok vahim taleplerle karşınıza çıkabilirler.
(*) Hödük, düdük, güdük gibi
kelimelerin manaları ve çağrışımları düşünülürse ne demek istediğim daha iyi
anlaşılır zannediyorum.