stanbul’un kapısının kilidi”
olarak görülen Çanakkale Boğazı’nın İngiliz ve Fransızlarca zorlanması;
İstanbul’da büyük bir infiâle sebep olmuş; kilidi kurcalayanlara karşı
koyma, hatta uzanan elleri kırma şuurunu uyandırmıştır. O İstanbul ki,
halife ve hakanlar yurdu, Osmanlı’nın kalbidir. Ebediyen Müslüman-Türk
kalmalıdır. O İstanbul ki bağrında büyüttüğü gençler için kalplerin
kâbesi; anneden babadan ve zevceden daha kıymetlidir.
hücumu üzerine maddî arzularından vazgeçip Çanakkale’ye koşmuşlardır.
Binlercesinden sadece biridir Behzâde Kerim Efendi. O, 15 Temmuz 1331
(1915) gecesi İstanbul’a veda ederken ruh halini hâtıra defterine şu
satırlarla yazar:
şen ve mesud hâtırât-ı berhayat sevgili İstanbul’um için canımı feda
edeceğim… Çünkü; Çanakkale’ye, hayır hâşâ Çanakkale değil “demir” ve “kankale”ye gidiyorum. Mesrûrum..
akıttığı mebzül (çok) yaşları, annemin kadınca coşkularını, hatta
sevgili yavrumun bana bir selâm-ı vedâ yolları gibi gül yüzünden döktüğü
hüznâlûd (üzüntüyü) figânı (ağlamayı) görmedim… Duymadım bile!.. Ben
İstanbul’u, ebediyen Müslüman-Türk kalacak olan şu mübârek halîfe ve
hâkanlar yurdunu müdâfaa ederken ihtiyar babamın saâdetine, masum
yavrumun hayatına, sevgili Nebîhe’min ırzına hülâsa hiç tanımadığım
anneanneciğimin Merkezefendi’deki âsûde mezarına uzanan kirli menfur
elleri kıracağımı biliyordum.
kalbli, bir Moskof gibi hûn-hâr (kan dökücü) ve vahşî olacağım…
Binâberin (bundan dolayı), babamdan, zevce ve evladımdan hatta hepsinden
kıymetli İstanbul’dan bî tesir (üzülmeden) güle güle ayrılıyorum.
giderler. Cephede çarpışırken de aynı ruh hali ve aynı düşüncededirler.
Bu düşünceler içinde düşmanla göğüs gögüse çarpışıp şehit düşen bir
askerimizin cebinden çıkan destanında şu mısraları okuyoruz:
günlerinde Times gazetesinde çıkan bir haberde şu satırlara rastlıyoruz:
“Türkler bu savaşta yenilgiye uğrarlarsa, pâyıtahtları olan
İstanbul’un ebediyen ellerinden gideceği felaketini düşünüp bütün
varlıkları ile direniyorlar.” (3)
Ömer Çakır