Türkistan

Türkistanlı Müslümanların Osmanlı’ya Muhabbet Ve İtaati

T

ürkistanlı Müslümanlardan her yıl
Hicaz’a gidecek olanlar, gidiş-dönüş yolu olarak, muhakkak “Kırım-İstanbul-Hicaz”yolunu tercih ederlerdi. Türkistan’da bu bir
gelenekti ve âdetâ Hac yapmanın rükünlerinden sayılırdı. Gerek hacı adayı
olarak, gerek hacı olduktan sonra İstanbul’dan geçerken zamanın Osmanlı Sultanı
ve Müslümanların Halifesi’ni mutlaka görür; onunla, en azından bir defa Cuma
namazı kılarlardı.

Osmanlı devlet ricalinin
resimlerini alır, Türkistan’daki yakınlarına Hac hediyesi olarak götürürlerdi.
Hicaz’a gidip de İstanbul’u ziyaret etmeyenler çok kınanırdı. Hac’dan dönenlere
ilk sorulan şeyler “İstanbul”du, “Hâlife”idi ve günlerce bunların
methiyesi bitmezdi…

Ruslar 1873’de çok gaddar bir
şekilde müstakil Hıyve Hanlığı’nı ortadan kaldırdıkları zaman, işgale bizzat
şahit olan bir gazeteci vardı. Bu, ne Türk, ne de Rus’tu… Bu, Amerikalı Henry
MacGahan’dı.. MacGahan, Hıyve’nin işgalinden sonra vatanı, tahtı ve tacı elden
gitmiş olan, Hıyve Hanı Muhammed Rahim Han’la bir mülakat yapmayı da
başarmıştı.

Konuşma esnasında Amerikalı
gazeteci eski Hıyve Hanı’na Amerika ve diğer ülkelerin durumundan bahseder.
Verilen bilgi arasında “Osmanlı Devleti”nin
adı geçince, Muhammed Rahim Han, MacGahan’ın kendi ifadesine göre, “mahzun mahzun bakar” ve şöyle der:  “Bu
Osmanlı Devleti İslâm memleketidir ve bizim cümlemizin sahip ve ulusudur…”

Amerikalı gazeteci Hıyve’de
halkla çeşitli temaslarda bulunur. Bu arada büyük bir medreseyi de ziyaret eder
ve orada geçen bir hâtırasını şöyle nakleder:

“İri sarıklı, beyaz sakallı
muhterem bir müderrisin önünde diz çöküp ders dinlemekte olan elli kadar
talebenin bulunduğu bir salona gittik. Yanımdakilere merakla:

– Ne anlatıyor?.. diye sordum.
Hıyveli rehberimiz, İslâmiyet’in şan ve şerefinden bahsetmekte olduğunu söyledi.
Bu arada, hocanın birkaç kere:

– Sultan Abdülaziz Han.. diye bir isim zikredişi dikkatimi çektiğinden,
Hıyveli rehberime:

– Bahsettiği zat, yâni Sultan Abdülaziz Han, Osmanlı hükümdarı
mıdır acaba?… Fakat, Hoca Efendi ne münâsebetle bundan bahsediyor?… diye
sordum.

Hıyveli:

– “Hoca Efendi şimdi hilafet
bahsini anlatmaktadır. Bu sebeple İslam halifelerini ve vazifelerini tarif
ediyor” dedikten sonra, bana hilafeti tarif ve şunları ilave etti:

– Şimdi bizim halifemiz, söylediğimiz
gibi İstanbul şehrinde oturmakta olan Şevketlû
İbnüssultan Abdülaziz han’’
hazretleridir. Dinen, cümlemizin ona itaat etmesi
farz olduğundan, hoca efendi de bu hususu talebelere anlatmaktadır.

– Yaa… Sizin Hanınız olan
Mehmed Rahim Han da ona itaat eder mi?

– Elbette… Ondan evvel gelen
bütün Hanlar nasıl Halifemiz olan Osmanlı hükümdarlarına manen itaat
etmişlerse, o da Sultan Abdülaziz Han’a öylece itaat eder. Zira bütün
İslamların manevi merkezi olan Mekke-i
Mükerreme’’
ve Medine-i Münevverenin
hâdimi, Mübarek Emânâtlerin muhafızı O’dur. Çocuklarımıza bile, tahsile
başladıkları an, İslam halifesinin adını ve ona itaatin farz olduğunu
öğretiriz?”

MacGahan’ı bu izahat, hayret ve
takdir duyguları içinde bırakır. Amerikalı gazeteci bir Cuma namazında da
hutbede birkaç kere “Sultan Abdülaziz
Han”
adının zikredildiğini işitir. Bundan,

 Rus generali Kofman’a bahsedince, general
suratını asarak şunları söyler:

‘’– Evet… Sade Hıyve’de değil,
Orta Asya’nın bütün gördüğün köylerinde bile Cuma namazlarında ondan
bahsederler. Onları bu isimden kurtarmak da sanırım ki, bizim vazifemizdir…’’


*Kaynak: Basmacılar (Korbaşılar)- Ali Bademci.   Kamer Yayınları

İlgili Gönderiler

1 / 63