O
n beş yıla yakın bir zamandır, Osman Nalbant ağabey, evlâd-ı fâtihan diyarı Bosna’yı anlattıkça Bosna yüreğimde dindiremediğim bir yara, bir dâüssıla hâline gelmişti. Şehr-i Maraş İl Kültür Müdürlüğü vazifesini yürüttüğü, ardından Kültür Bakanlığı Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğü yaptığı sıralarda Bosna’ya gönül alma ziyaretlerine gidilmesi gerektiğini anlatırdı. Mostar Dergisi’nin Genel Yayın Müdürlüğünü yaptığı 2005-2009 yılları arasında Semerkand-Mostar Grubu’nun temsilcisi olarak nice kültür ve medeniyet erbabını Bosna’ya götürmekle başlamıştı hasbî medeniyet elçiliği.
Kültür ve medeniyet elçiliğinin nişanelerinden biri olan ve hususi gayretiyle meydana gelen, Mostar Dergisi’nin “Osmanlı’nın batı yakası Bosna özel sayısı” ile “Medeniyetimizin Taç Kapısı Maveraünnehir ve Semerkand Özel Sayısı” nın derin muhtevasını ve değerini unutmak mümkün değil. Bosna ve Semerkand’ın tarihini, sûretini ve derûnunu öğrenmek isteyenlerin en evvel müracaat edeceği kaynaklardır.
Uluslararası Saraybosna Üniversitesi’nde Sosyal İşler Daire Başkanlığı ve Genel Sekreter Yardımcılığı yaptığı dönemdeki faaliyetleriyle Türkiye’nin Bosna’da gayr-ı resmî tek temsilcisi ve Türkiye’nin fahrî Bosna kültür elçisi durumundaydı.
Kültür ve medeniyet elçiliği yaptığı yer sadece Saraybosna, Mostar, Sazin, Bihaç, Travnik değildi. Semerkand, Taşkent, Hive, Buhara, Şam, Halep gibi Osmanlı asırlarımızda bizim arka bahçemiz olan kadîm şehirler vardı onun fütuhat coğrafyasında.
Bosna sevdasını, Boşnaklarla olan dostluğunu, Bosna’ya olan geniş vukûfiyetini KSÜ’ de Kasım 2015’de tertip edilen “Bosna Bizim Neyimiz Olur” adlı programda daha bir anlamıştım. Osmanlı’nın yaydığı ve yaşattığı millet düşüncesiyle Osmanlı’dan Bosna’ya açılan tarihe götürmüştü hafızamızı.
Ona göre misak-ı milli sınırlarımız Edirne-Kars arası değildir. Semerkand’dan Bosna’ya, Suriye’den Kosova’ya ve Hicaz’dan Kırım’a kadardır. Onun medeniyet seyahatlerini tarihteki fütuhatlar gibi dinlerdim. Bosna’dan Özbekistan’a oradan Suriye’ye bir kafile hâlinde kültür heyetiyle yaptığı fütuhatlar kitap çapında bilgi veren muhteva sahipti.
Bosna’ya turist gibi peyzaj seyretmek, Mostar Köprüsü’nün üstünde fotoğraf çektirmek için gidilmeyeceğini; akraba, yâni milletdaş olduğumuzu anlatmak ve onların gönlünü almak, maddî ve mânevî birçok şeyi paylaşmak için gidileceğini ondan öğrendi birçok insan. Mahzun bırakılmış Bosna’ya gezip tozmak için gitmenin Boşnak kardeşlerimize hürmetsizlik olacağını, akraba ziyaretine gider gibi tanış ve biliş olmak için gidileceğini anlatırdı.
Saraybosna’da bir Maraş köyü olan Miroşeviç, yâni Maraşoviç köyünün adı kayıtlarda olmasına rağmen dile getirilmezdi. Köyün varlığını şehr-i Maraş münevveranı onun, kültür çevrelerinde anlatmasıyla duymuş ve böylece o beldelere gönülden alâka başlamıştı.
Anlattığına göre “Miroseviç” in Türkçesi Maraşoğulları demekmiş. Fetihin ardından Maraşlı bir ailenin gittiği ve iskân olduğu bir köy bu. Bu aileden birileri kesintisiz olarak daima câmii imamı olarak vazife yapar. Bu, fütuhat, yâni İslâmlaştırma faaliyetlerinden biridir. Maraşlılar Mezarlığı olan köyde aile uzun asırlar varlığını sürdürür.
Bosna’ya, Boşnaklara Borçluyuz
Sohbetlerinde sözünün geçtiği herkese ve dostlarına “Bosna’ya seyahat edin, ‘Bosna’ya seyahat Ya Resûlallah, deyiniz’! diyerek teşvik eder, Bosna’ya, Boşnaklara borçlu olduğumuzu düşünüyorum…” derdi. Onun nazarında Bosna, gayr-ı Müslimlerin toprağı, yâni İslâm medeniyet sahasının hârici mânasına gelen “yurtdışı” değildir. Kazara “yurtdışı” diyenleri ikaz ederdi.
Osmanlı’nın Bosna’nın yüzünü açıp gülzar ettiğini, yâni İslâmlaştırdığını, dolayısıyla Bosnalıların kendilerini “Türk” saydıklarını, Bosna’da hâlen dilde, edebiyatta, mimari de Osmanlı tesirlerinin devam ettiğini, Türkiye’den gelen birinin sanki Evlâd-ı Resûl gelmiş gibi, tâzimle, hürmetle, sevgiyle, muhabbetle karşılandığını, Osmanlı Türk büyüklerini görmüş gibi sevindiklerini, evlerinin evlerimizden bir ev, mahallelerinin mahallemizden bir mahalle olduğunu ilk ondan dinlemiştim.
Bosna’nın Osmanlıya verdiği, âlimler, şairler, paşalar dışında 36 vezir verdiğini, dolayısıyla onlarda Türkiye sevgisinin hâlâ yüksek olduğunu anlatırdı. 500 milyon nüfuslu Hıristiyan dünyanın ortasında 150 yıldır asimile ediliyor olmalarına rağmen, hâlâ dimdik biz Müslümanız diye haykırdıklarını ve tüm Hıristiyan dünyaya meydan okuduklarını anlattığında vecde geçmiştim.
Osmanlı İçin En Çok Bedel Ödeyen Bosna’dır
Şu sözlerinde, devlet ve hükümet erkânın siyaset haritasına yerleştireceği çok şeyler olduğu kanaatindeyim:
“Bizim Bosna’yı anlatmamız lâzım. Bosna’nın ve Boşnakların bizim için dün ne ifade ettiklerini, yarın için ne anlam ifade ettiklerini anlatmamız lâzım. Osmanlı için önemi ne idi, bugün ki ve yarın ki Türkiye için, Avrupa’nın ortasındaki bu kardeşlerimizin değerinin ne olduğunu anlatmamız lâzım. Bosna, Osmanlı’nın Batıdaki en son toprakları olması, serhat ülke olması nedeniyle, Osmanlı medeniyeti, dolayısıyla İslâm medeniyeti adına en fazla bedel ödeyendir.”
Bosna-Sırp savaşına katılan Bosnalı siyasetçi, idareci ve münevveranından bâzılarını İstanbul ve şehr-i Maraş’a dâvet etmeyi ondan öğrendi belediye başkanları ve aydınlarımız. Merhum Aliya İzzetbegoviç’in çizgisinde olup, Bosna’nın Cazin milletvekili olan gayretli insan ve Türkiye dostu “Mirsad Topcagiç”i, onun birçok kez dâvet etmesiyle tanıdı Maraşlı münevveran ve idareciler.
Bosna-Maraş Hattında Dostluk Çoğalıyor
Bosnalı birçok genç kız ve erkek kardeşimizin lisans ve yüksek lisans tahsilini Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi’nde yapmasına vesile olan ve kendine ait bir daireyi Bosnalı talebelere mezun olana kadar karşılıksız tahsis eden bir şahsiyettir. Onun teşvik ve gayretleriyle Şehri- Maraş’tan Bosna’ya, Bosna’dan Şehr-i Maraş’a öğrenci akışı hâlen devam etmektedir.
“Kahramanmaraş ile Bosna’nın Cazin şehrinin kardeş şehirler olması” nı iki tarafın resmî kurumlarına telkin eden ve bu medenî düşüncenin gerçekleşmesini sağlayan, kardeş şehir heyetlerini iki şehirde de buluşturup tanıştıran ve İçişleri Bakanlığı’ndan çıkmak üzere olan kararın ardından bu kardeşliğin 12 Şubat Kurtuluş Bayramı’nda kutlanmasını teklif eden de odur.
Bütün bu faaliyetlerinin neticesi olarak Bosna- Maraş hattında gelip giden artıyor ve kardeşlik çoğalıyor.
Hâsılı-ı kelâm, hasbî medeniyet elçisi Osman Nalbant’ın Bosna rüyasının, Bosna sevdasının kısa bir hikâyesi bu. O rüyasını adım adım gerçekleştirdi, kuvveden fiile döktü. Bosnalıları hizmetiyle gayet mütebessim ve mutlu. Ak saçları, ameliyatlı kalbiyle evlâd-ı fâtihan yolunda yürüyüşünü sürdüren bahtiyar bir insan o.
Ahmet Doğan İlbey