1
914-1915 Birinci Cihan Savaşında Osmanlı devletinin mağlup olmasıyla on binlerce Türk askeri Çarlık Rusyası’na esir düştü. Yaklaşık 65 bin civarındaki bu Türk esirleri Rusya içleri ve Sibirya’da yaklaşık 15 kadar bölgeye gönderildi. Osmanlı esirlerinin büyük bir kısmı açlık, yorgunluk ve hastalık sonucu öldü. Hayatta kalabilenler de Ruslar tarafından tarım ve maden işlerinde çalıştırıldı. Rusya’daki Osmanlı askerlerinin esaret hayatı Prof. Dr. Alphina (Elfina) Sibgatullin’a(1) tarafından araştırıldı. Aşağıda Sibgatullina’nın Sibirya’daki Osmanlı esirleri ile ilgili yapmış olduğu çalışmanın bir bölümünü sunuyoruz. Editör
Çok hazin bir tablo…
1914 yılının Aralık ayı sonlarında Samara’ya ulaşan ilk Türk esir trenlerini karşılayan Samara belediye meclisi vekillerinden A.N. Naumonv kendi hatıratlarında şöyle yazıyor:
“İlk vagonun sürgüsünü ve kapısını açtığımızda, biz hemen irkilerek, geriledik: çünkü açık vagonlardan ayak ve kolları donmuş, gözleri açık kalmış birkaç ölü beden düştü. Sağlıklı kalanların durumu da onlardan çok farklı değildi. Çoğunluğu tifüs hastalığından şuurunu kaybetmiş ve sayıklıyordu. Diğerleri koleradan bükülmüş, kangrenden ateşler içinde yanıyordu.
Hastalık bulaşmamış olanlar ise hareketsiz halde bir köşeye sığınmıştı. Bazı vagonlar hepsi ölülerden ibaretti. Böyle ölü dolu vagonların şehrimize gelmesi Samara halkını çok mütessir etti. Bazen vagonlardan çıkartılan cesetler istasyonda öylesine birikiyordu ki, belediye onları gömmeye yetişemiyor, bundan dolayı şehir dışında araziler kiralayıp, Türklerin cesetleri orada istif edilmekteydi. Bu büyük ve korkunç istifler üzerine gaz yağı dökülür ve orada yakılırlardı. Cesetler derin çukura doldurulur ve gömülürlerdi.
Hayatta kalan Türkler daha da zorluk çekerlerdi. Çünkü şehir hastaneleri Batı cephe dönen yaralılarla doluydu, Kafkas cephesinden getirilen salgın hastalık taşıyan Türk esirlerine orada yer bulunması imkânsızdı. Belediyeye, onları izole etmek için, merkezden uzak yerlerde şahıslardan evler kiralıyorlardı.
Her gün Samara’ya esir Türklerle dolu dört tren geliyordu. Artık onları yerleştirecek yer kalmamış, şehirde bulunan boş binalar, Dunayev fabrikası demiryolu istasyonuna ait sebze deposu, zeminlere saman döşenerek hasta esirlere bakım yeri olmuştu. Şehir belediyesinden esir sevkini durdurmak için Petersburg’a gönderilen telgraflar cevapsız kalmıştı. Samara tarihçilerinin yayınladığı arşiv belgelerine göre 1915 yılının sadece Ocak-Nisan aylarında Samara şehrinin çeşitli hastanelerine gelen Türk esirlerinin sayısı 3854 olup orada 1073 kişi ölmüştür. Savaş devamında ölen askerlerin tam sayısı belli olmadığı gibi ilk dönemde Türkler Samara şehrinin Müslüman kabristanlığına gömülmüş, 1915 yılının ekim ayından itibaren Türkler için özel bir arsa ayrılmış ve bu 1900’lı yıllara kadar “Türk mezarlığı” diye adlandırılmıştı. Samara dışında diğer şehirlerde de ölen Türk esirlerinin gömüldüğü mezarlıklar da vardır.
Türk şehri gibi olmuştu!
Sibirya şehirlerinde ikamet eden fesli Osmanlıların yıpranmış sivil elbiselerle gezmeleri, buna rağmen sürekli abdest alma ve namaz kılmaları ve temizliğe önem vererek hayatta kalma çabası göstermeleri de yerli halkın dikkatini çekmiştir. Mesela, bir Rus gazetesinin 1914 yılsonu sayılarında “Türk Şehri” ismi altında basılan bir yazısında Borisoglebsk şehri şöyle tasvir edilmektedir:
“Her yerde sarık, fes, sürekli hareket halindeki güneyli tipler (Osmanlı askerleri), kahvehaneler… Bütün bunlar savaş yüzünden ortaya çıktı. Borisoglebski’ye 2.500 Türk esir sevk edilmiş ve bunların hepsi Borisoglebski nüfusunun tamamen kendi içinde eritmiştir. Güneyliler akla gelmeyecek derecede hareketliler. Yerlilerden birinin dediğine göre, şehirde sanki en az 25.000 Türk varmış gibi görünmektedir, zira gün içinde bir kişiye en az on defa karşılaşırsınız.
Eğer bu halkı hareketli ve uyumlu olmasıyla fikir yürütecek olursak, Türklere dejenere olmuş bir millet diyemeyiz; hayat şartlarına uyum sağlamaya çalıştıklarından dolayı, onların hareketli olmasına şaşmamak lazım. Esirler, geldikleri günün üzerinde henüz bir hafta süre geçmemesine rağmen, pek çok şeyi başarmış görünüyorlar…
Birisi sabah- akşam telgraflı gazete satmak için koşturuyor, diğeri bir düzine tepsi satıyor, başka birisi özel yapım tatlılar taşıyor ve arabacıya kendi milli mutfağının yemeğini – çiğ börek ikram ediyor… Bütün birahanelerin yerini kahvehaneler almış durumda. Binalara o kadar çok talep var ki, bazen camlarda alışılmışın dışında “Bu ev satılık değildir” ilanlarına rastlamak mümkündür.
Yerli halk, yabancıların böylesine akın etmesine iyi niyetle bakıyor, onlardaki hareketlilik ve canlılığa şaşırıyor, sokaklarda, köşe başlarında onlarla sohbet ediyor. Bütün bunların yanında ucuz Türk ekmeğini Ruslarınkine tercih ediyorlar. Ancak, hayat mücadelesinde Türkleri sıkı rakip olarak gördüklerinde acaba, yerli halk hala bu iyi niyetini muhafaza edecek mi, bunu söylemek çok zor.
Osmanlıların, domuz eti veya yağı olabilir diye şüphelenerek, bazen kamp ve iş yerlerinde çıkarılan yemekleri yemedikleri ve aç kaldıkları çok görülmüştür. Namaz kılmak, oruç tutmak için her zaman elverişli şartlar olmazsa da, Türk esirlerin dini inancı asla zedelenmemiş, aksine en zor durumlarda bile iman ve Allah sevgisi onları ayakta tutmuş, hayata bağlamıştır. Müslüman esirlerle temasta bulunan Rus halkının dini hayatlarına karışmadığı, bu konu ile anlaşmazlıklar ve kavgalar çıkarmadığı görülmektedir.
Rusya’da savaş yıllarında ve sonrasında ortaya çıkan siyasi ve ekonomik kriz sebebiyle 1917 yılından itibaren esirler daha da kötü duruma düşmüştür. Mart 1918 tarihinde imzalanan “Brest-Litovsk anlaşması”, Türk esirlerin tamamen serbest kalması ve ülkelerine geri dönmesi için fırsat verse de, Rusya’daki siyasi karışıklıklar yüzünden onlar ortalıkta parasız, yardımsız, aç ve çaresiz halde kalmışlardır.
Rusya’da iç savaşı patlayınca tamamen dağınık durumda kalan Osmanlılara Rusya Müslümanları, ayrıca Kazan ve Azerbaycan Türkleri yardıma koşmuş: Kazan, Ufa, Bakü, Samam, Saratov, Kastroma, Yaroslav, Astrahan ve başka birçok şehir ve kasabalarda cemiyet-i hayriyeler, yardım komiteleri ve gizli teşkilatlar kurarak esirlere yiyecek, giysi ve para yardımı toplamışlar, onların vatanlarına dönmesinde destek olmuşlardır.”
(1) Prof. Dr. Alfina Sibgatullina Kazan Tatar Türklerinden olup hâlen Moskova’da Rus İlimler Akademisi Şarkiyat Enstitüsü’nde çalışmaktadır.