KültürümüzMakaleler

Birinci Cihan Savaşından Sonra Anadolu’nun Hazin Hali

B

irinci Cihan savaşının başlamasıyla Rus Orduları 1916 yılında Erzurum, Trabzon, Gümüşhane ve Erzincan bölgelerini de işgal ettiler. 1918’de Tarihçi Ahmet Refik Bey Rus İşgalinden sonra bu bölgeyi gezerek Müslüman Türk halkının savaş, açlık ve Ermeni zulmünden çektikleri büyük ıstırabı gördü ve hatıralarını “Kafkas Yollarında” isimli kitapta neşr etti. Aşağıda bu kitaptan bir bölümü okuyacaksınız.

———————-

… Trabzon’un orta halli kadınları yanlarında pejmürde kıyafetli çocukları, ellerinde bıçaklar, nafakalarını temin için karargâhın duvar kenarlarında ot topluyorlardı. Hamsiköy’üne kadar bütün yollarda aç ve sefil insanlardan başka kimse yoktu.

Cevizlik’te bir sabah, ufak, elâ gözlü bir kız karşıma çıktı. Ekmek istiyordu. Ne kadar yazıktı!.. Kirli bir yemeni altında bütün cazibesiyle görülen yüzü yırtık elbiseleri, güneşten kızarmış bacakları, boynunda kesesi, elinde değneğiyle adeta dilenci rolüne çıkmış zarif bir matmazeli andırıyordu. On, oniki yaşlarındaydı. Kimbilir kaç ay ekmek yüzü görmemişti.

Kıza bir ekmek verdim. Fakat teşekküre bile gerek duymadı. Ani bir sevinç onu kendisinden geçirdi. Çılgın ve mütebessim, pür neşeli adımlarla, bir ceylan gibi uçtu. Nasırlı ayakları bir an tozlar içine karıştı. İleride yorgun adımlarla yürüyen anasına babasına, eşeklerle giden bir göçmen kafilesine doğru koşuyor, kolunu uzatmış, ekmeğini gösteriyor, sevine sevine bağırıyordu;

– Ekmek, ekmek…

Anadolu mahvolmuştu. Açlık, öksüzlük, kimsesizlik, perişanlık her yanı sarmıştı. Dağların çam kokulu yollarında, köylerini ve analarını aramak için garip, ayağı çarıklı, sararmış talihsiz çocuklar, ihtiyar kocalarını eşeklere bindirmiş, sarp yolları tırmanan, açlıktan yol kenarlarına yatarak tarlalar içinde bir lokma ekmek dilenen kadınlar, görülüyordu…

Torul’da bir akşam, dükkanların önünde dolaşıyordum. Dükkânların önü arabalarla doluydu. Arabaların birinde bir insan kellesi, sırıtmış dişleriyle Anadolu’nun bu fecaatine gülüyor gibiydi.

Birdenbire karşıma bir çocuk çıktı. Henüz sekiz yaşındaydı. Başında beyaz, eski bir keçe külah, arkasında mavi, yamalı bir mintan, bacağında kirli bir şalvar, ayağında eskimiş bir çarık, sarışın, topuz, mavi gözlü bir oğlandı. Yanıma yaklaştı, utangaç gözlerini dikerek, parmağını ağzına götürdü, masum ve öksüz bir sesle sordu…

-Burada muhacirlere ekmek veriyorlarmış.

Birdenbire anlayamadım. Tekrar sordum. Kaymakam bey, biraz ilerde aç ve sefil göçmenlerle meşgul oluyordu. Bunlar, Rus işgali, Ermeni mezalimi üzerine vatanlarını terk eden, bir kaç sene Anadolu’nun hücra köşelerinde sefalet içinde yaşadıktan sonra, evlerine barklarına dönen Türklerdi.

Çocuğu Kaymakam beyin yanına götürdüm. Sordu. Bir dakika içinde etrafımız köylülerle dolmuştu. Çocukla konuştuğumuzu gören köylüler kahvehaneden birer birer çıkıyorlar, garip ve tecessüslü tavırlarıyla bizi dinliyorlardı. İçlerinden biri derhal söze karışarak çocuğa sordu.

-Oğlum sen hangi köydensin, adın ne?

Çocuk durmadan çarığı ile toprağı kazıyor, parmağı ağzında, öne doğru eğilen gözlerini yukarı kaldırmış, korka korka ve düşünerek cevap veriyordu.

-Adım mı? Osman. Haşılya’danım.

İçlerinden biri çocuğu tanıdı.

-Tonyalı Ahmed’in oğlu, dedi.

Çocuk önüne bakıyor, kalabalıktan adeta ürküyordu. Gözlerini yere dikmiş, sorulan sorulara sakin cevap veriyordu. Zavallı çocuk iki senedir anasını babasını görmemişti. İki senedir, öksüz, kimsesiz, ufacık boyu, masum kalbiyle Giresun’da kahve köşelerinde yatmış, aç kalmış, tahammül etmiş, merhamet görmüş, yaşamıştı.

Artık o anasını babasını ölmüş, kendisini kimsesiz biliyordu. Köyünün yanı başına gelmiş de haberi bile yoktu. Karnı açtı. Bir lokma ekmek bulmak istemişti. Göçmenlere ekmek verildiğini kimden duymuşsa, hiç tanımadığı, bilmediği beni bulmuş, bükük boynuyla ekmek istemeye gelmişti.

Köylülerden biri ilerledi:

-Oğlum senin anan, baban sağ.

Dedi. Allah… Osman’ın kirli yüzü kıpkırmızı kesildi. Yerlere bakan mavi gözleri birdenbire karardı. Küçücük, kirler içindeki elleri asabi bir heyecanla gözlerine yapıştı. Kalbinin en derin köşesinden gelen bir ağlayış ve inilti başladı, Zavallı Osman, hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. Gözlerinden dökülen, küçük parmaklarından sızan yaşlar, kirli yüzünde beyaz izler bırakarak akıyordu.

Dağlar kararıyordu. Ben ve beş köylü bir yangın harabesi ortasında, anasına, babasına kavuşmuş bir masumun acı gözyaşları karşısında dilhun oluyorduk.

Kaynak: Kafkas Yollarında – İki Komite İki Kıtâl – Ahmet Refik

Ahmet Refik

Kaynak

İlgili Gönderiler

1 / 242