Dil ve EdebiyatTürk Dili

Bireysel Denen Ucûbe

Son zamanlarda en gözde kelimelerden biri de “bireysel“dir. “Doğa“, “doğal” ile baş başa giden bu kelime, “birey” ile başlıyor. Nereye laf yetiştirilmek istenirse, bakıyorsunuz “doğal” ile “bireysel” imdada yetişiveriyor.

 

Bankacılıkla bahtı açılan ve adetâ yürüyen değil uçan bir kelime olan “birey“, yanına aldığı “sel” ile güzelim “kişi“, “şahıs“, “fert” ve “zat” kelimelerinin canına okuyor da okuyor.

Bir“; sayı sıfatıdır. Bu kelimeye getirilen takı da “ey“dir. “Ey!“, Türkçe’de yalnız başına kullanılan bir ünlemdir; takı değildir. Takı olarak “ey” ise, Moğolca’dır.

 

Bu hususta, Prof. Dr. Necmettin Hacıeminoğlu, “Türkçe’nin Karanlık Günleri” adlı eserinde şöyle demektedir, “-ay / -ey ekleri ile yapılan kelimeler de yanlıştır. Çünkü, bu ekler Türkçe değil Moğolca’dır: Öyle ise: Olay, düzey, birey, dikey, yatay, bitey, deney, dolay, bükey ve benzerleri birer uydurmadır. Kullanılamaz. Hele deneysel, bireysel gibi sözler ise katmerli uydurmalardır. Üst üste binmiş yanlışlarla doludur.

 

Acaba bu “birey” hangi anlaşamama ihtiyacımızdan doğdu? Öyle ya, bir dilde meramımızı ifâde edemeyeceğimiz bir durumla karşılaşılırız da, o zaman, ya başka bir lisandan takviye alırız yahut yeni bir kelime türetiriz. Peki, “birey” nereden, hangi ihtiyaçtan çıkıvermiştir ve mânâsı nedir, diye sormak hakkımız değil mi dır ?

 

Cevap verelim: “Birey“, maalesef, Türkçe’mizde asırlardan beri kullandığımız “kişi, şahıs, fert ve zat” kelimelerinin yerine yanlış olarak uydurulan bir “ucûbe“dir.

Türkçe’mizde; biri Türkçe “kişi“, diğeri üçü de “şahıs, fert, zat” Türkçeleşmiş olan tam dört kelimemiz varken, yanlış olarak uydurulan “birey” bu dört kelimeyi adetâ kovmakta, katletmektedir.

 

Demek ki, yeni bir kelime uydurulmasına ihtiyaç ve gerek yoktu.

 

Yûnus Emre’nin:

 

Kişi bile söz demini

Demeye sözün kemini  

Bu cihan cehennemini  

Sekiz uçmağ ede bir söz

 

Mısralarındaki “kişi” yerine “birey“mi denilecek? Hele bir deyiverin bakalım ne oluyor şiir? Çok yazık, çok!

 

Kişi, şahıs, fert, zat” kelimeleri, hem birbirlerinin yerine ve hem de çok az farklılıklarla ayrı mânâlarda kullanılan, herkes tarafından bilinen, sevilen çok işlek kelimelerdir.

Yolda yürürken bir kişiye, zata, şahsa veya ferde rastladım” yerine “…bir bireye rastladım” deseniz ne kadar tuhaf olur değil mi?

 

Bu duruma göre, satıh mânâsına uydurulan “yüzey” için de “yüz kişi” mi demek gerekir acaba? Hele de cenaze namazında “er kişi” yahut “hâtûn kişi niyetine” tekbir getirmek yerine bundan böyle “er birey / hatun birey” diye mi tekbir alınmalı?

 

Hattâ, “bilirkişi” (ehli vukuf) yerine bundan böyle “bilir birey” mi diyelim? Ne emir buyururlar?

Falih Rıfkı Atay, şimdi keskin kalemiyle ve gazetesiyle bu çirkinliğin karşısındadır. Bir yazısında şöyle söylüyor: “Nedir bu devrik cümle? Nasıl bir memlekettir o ki tarihçisi, ‘İstanbul’u Fatih Sultan Mehmed aldı’, der; romancısı, ‘aldı İstanbul’u Fatih’ diye yazar. Nasıl bir Milli Eğitim’dir ki, bu anarşinin okullar ve Türkçe dersine sokulmasına izin verir? Ne demek bölgesel? Niçin duygusal? İlle Arap nisbet ‘ î ’ sine bu yüzde yüz uydurma kalıbı karşılık almak itiyoruz ?”

 

Diyor ki haklıdır. Çünkü bu “sel” ve “sal” ekleri, uydurmacıların en gülünç uydurmalarındandır.

 

Tahsin Banguoğlu’nun “nisbet sıfatları ve sel -sal” başlıklı yazısında salâhiyetle belirttiği gibi, bu komedi, bizim alaylı dil âlimlerimizce, Latince’nin ve dolayısıyla Fransızca’nın aslında Türkçe olduğu iddiasından uydurulmadır. Yâni, iddia da uydurma, ekler de uydurmadır.

 

O hâlde, “birey” de uydurmadır, “bireysel” de uydurmadır. Bâzıları; Fransızca olan ve Türkçe’de kullanılan “normal, kanal, karnaval, nasyonal, kristal, kapital, radikal, lokal, oral, vokal, sinyal, festival, tünel, üniversal, parsel, natürel…” gibi kelimelerle, bunları karıştırmaktadırlar.

 

Biraz dikkat edilirse görülecektir ki, bu kelimeler “el” ve “al” takılarıyla bitmektedirler. O hâlde, Türkçe’de kelimelerin sonuna getirilerek öz Türkçe kelime yaptık diyenlere iyi dikkat etmek gerekir: “Türkçe olmayan bir kelime, nasıl öz Türkçe olur?” diye sormak lâzımdır.

 

Mesela: Târih, Arapça’dır. “Sel” Fransızca’dır. Peki, “tarihsel” nasıl özTürkçe oluyor, değil mi?

 

Bir de yine Fransızca’dan gelen ve hâlen bir ihtiyaç olarak kullanılan “personel” kelimesi bulunmaktadır. “Person”; Fransızca’da, kişi, şahıs, zat, fert mânâlarındadır. Personel; hem şahsi ve hem de doğrudan doğruya isim olarak, “bir işe bağlı insanların bütünü” mânâsına gelmektedir. Biz hâlâ bunun sıkıntısını çekerken ve yerine Türkçe’sini kullanmazken, başımıza niçin “birey-sel” ucubesini musallat edersiniz?

M. Halistin Kukul

Kaynak

İlgili Gönderiler

1 / 128