undan bir müddet evvel “İngiliz Asya Cemiyeti Gazetesi”nde H. C. Hony tarafından neşredilen ve “İş” mecmuasının 80 inci sayısında çıkan bir yazı, muhitimizde çok yakın bir alâka uyandırmıştı. Fikir hayatımızı günü gününe takip ettiği anlaşılan İngiliz âlimi birçok metinler zikretmekle söze başlıyor. Bunlardan iki numune seçelim:
“Siyasî organlaşma… Anayasaya göre yasama görevi, yürütme görevi ve yargı erki vardır ve memur kamu hizmetinin aktif unsurudur.(İzahlı Anayasadan), yahut : Bu bağlaç yadsılı bir unsur olduğundan şu gibi hallerde olumsuz cümlelerdeki fiilin olumlu kalmasını gerekli kılar.”
Bu gibi metinlerden sonra şu soruyu soruyor : “Allah aşkına bu sözler Türkçe midir? Bu lisana Türkçe demeğe dilim varmıyor. Hele şu erk kelimesine ne buyurulur? Tam erkek bir millet olan Türklerin dilinde bu mefhum için münasip bir kelime bulunmadığını aklım almaz.”
“İngilizceyi dünyadaki lisanların belki en zengini olduğu için her İngilizce kelimenin karşılığını çok zengin olan Osmanlı Tükçesi’nde bile bulmak müşküldür. Fakat Türkçedeki kelimeleri ‘öz’, ‘üvey’ diye ikiye ayırdıktan sonra bu büsbütün imkânsız bir hale gelmiştir. Bu sebeple ben ‘Kurumcuların’ Türkçeden kovmak istedikleri kelimelerin çoğunu kullanmak mecburiyetindeyim”
Meselâ: “print” kelimesini “tab’etmek” ile tercüme etmeğe mecburum, çünkü “basmak” pek çok manalara gelir. Halbuki “print” in bir manası vardır. Keza “war”u “harb” ile tecrüme etmem lâzımdır; çünkü “savaş” muhakkak silâh kullanma ve kan dökmeyi icab ettirmez, halbuki “war” da bu manalar mündemiçtir. “Translate”e karşılık olarak “tercüme etmek” kelimesini koymağa mecburum, çünkü çevirmek pek çok başka manalara da gelir, halbuki “translate”in bir tek manası vardır. Keza “Speech” yerine “nutuk” kelimesini kullanmağa mecburum. Çünkü gene uydurma bir kelime olan “söylev”in yerine bazen kullanılan “demeç” aynı zamanda “interviev – mülakat” ve “address – hitabe” manalarına da gelişigüzel kullanılmaktadır.
“Biz İngilizlerin lisanı, tıpkı siz Türklerin lisanı gibi inkişaf etmiştir. Yani erkek, fakat işlenmemiş basit bir dil olan anglo-saksonca, kendilerinden kültürümüzü ve medeniyetimizi aldığımız milletlerin lisanlarından, asırlar boyunca binlerce ve binlerce kelime alarak onları kendine mal etmiş ve bugünkü zengin ve her mefhumu, kolayca ifade edebilir İngilizceyi meydana getirmiştir.”
Şimdi bir itiraz: Türkçenin durumu hakkında bir yabancı ne hakla bir fikir ileri sürebilir? H. C. Hony böyle bir mütalâa serdeden Zeki Cemal isminde bir muharrirden bahsediyor. Bir yerde bu yazar şöyle demiş :
“Bizim öz Türkçemiz var. Boş yere yorulmayalım. Bizim bu yolda harcadığımız emeklerin manasını bizden olmayana anlatamayız. Onu yalnız Türkler bilirler. Ben bilirim ki, Orta Asya’dan gelip Anadolu yaylasında çadır kuran büyük dedemin dilinde benim bütün bir geçmişimin mirası vardır. Bunu siz de bilirsiniz ve eğer bizdense o da bilir. Fakat gayrisi hayır.”
Böyle bir mütalâa her kültür dili için bahis mevzuu olsa dünya dillerinin hali nice olur? H. C. Hony diyor ki:
“ Ben de bu muharrir gibi düşünerek; İngiliz adalarına Milâdın 449. senesinde ayak basmış olan atalarım Hengist ve Horsa’nın kullandığı dile sadık kalalım, öz İngilizceye dönelim diyecek olsam , asırlardan beri başka lisanlardan on binlerce kelime alarak zengin ve işlenmiş bir hale gelen bugünkü İngilizcenin hali nice olur? Medenî lisanlar için ‘öz dil’ diye bir şey yoktur ve her millet böyle bir boş hevese kapılarak kendi mazisinin mirasını inkâra kalkar ve kendi işlenmiş dilini terkederse, hepimiz toptan kabile hayatına döneriz.”
Hulâsa, her türlü lisaniyat ve filoloji hakikatlerini çiğneyerek yapılan dil müdahaleleri, güzel Türkçe için estetik bakımdan da zararlı oluyor. Dilimize tamamıyla hâkim olan bir İngiliz muharririnin bu noktaya dikkatimizi çekişi pek manalıdır:
“Türkçe ahenkli ve güzel bir lisandır. Başka lisanlardan kelime alırken sert ve çirkin sesleri yumuşatıp değiştirerek kulağa hoş gelir bir hale sokmuştur. Halbuki yeni bulunan, diriltilen veya uydurulan kelimeler hemen daima mükemmel bir tenafür örneğidir. ‘İlk mekteb, dahiliye, hariciye, hâkim, celse, tabiiyet…’ gibi kelimeler için kabul edilen ‘ilk okul, iç işleri, dış işleri, yargıç, oturum, uyrukluk…’ kelimelerini kulaklarım tırmalanmadan ve tüylerim ürpermeden dinlemek ve kullanmak benim için imkânsızdır. Zevki selim sahibi Türklerin bu hususta ne düşündüklerini öğrenmek isterdim.”
Ahmed Halil