“Aşağıda okuyacaklarınız masal değildir, hikâye değildir, uydurma hiç değildir. Sağlıklarında, yaşayanların ağızlarından dinlenip derlenmiş, dosyalarımızda özenle sakladığımız savaş hatıralarıdır. Kelimesine dokunulmadan aktarılan bu hatıralardan, özellikle genç nesillerin çıkaracağı sayısız dersler vardır. Simdi söz, gazi atalarımızın.” Tuğgeneral Fazıl Bayraktar
Gazi Hüseyin Onbaşı Neler Dedi:
en, Araç kazasının Kızılsaray Köyü’nden Hüseyin Kuşbacak. Buralarda, bana “Hüseyin Onbaşı” derler. Balkan Savaşı’nda çıktım köyden. Nice gittiysem onbir yıl deyince geri döndüm. Asker urbasını hiç çıkarmadım üstümden. İlkin, iyi kaval çalıyor diye Mızıka Takımına verdiler beni. Borazanla on iki hava çalardım. Borazanla hiç Cezayir çalınır mı? Ben çalardım işte. Çaldığım havaları, Mızıkacı Gedikli Başçavuşlar sekiz on perdeli uzun boruları ile çalamazlardı da
“- Ulan Hüseyin; sendeki bu ciğer, kalaycı körüğü mübarek. Nereden çıkıyor bu sesler?” diyerekten şaşar kalırlardı.
Çatalca taraflarından Çanakkale’ye geçince, biz boruyu filan bıraktık. Aldık elimize Muaddel Osmanlı Mavzerini. Çanakkale’de 30’uncu Alay’a verdiler. Grup Kumandanımız Vehip Paşa. 10’uncu Fırka Kumandanımız Miralay Selahattin Bey. Zığındere denilen bir yer vardır, ingiliz gâvuru oradan geldi üstümüze. Kirte’de, Zığındere’de olan muharebeleri tarih kitapları yazmaz. Üç günde dört bin şehit verdiğimiz oldu. Hücuma geçtik mi, İngiliz mitralyözleri arpa biçer gibi biçerdi arkadaşlarımızı. Muharebe meydanında, insan ölüsünden adım atacak yer kalmazdı.
Hava sıcak; ölüler şişiyor, kokuyor. Bir yanda İngiliz bir yanda Fransız, karabulut gibi geliyorlar üstümüz öldür öldür bitmez. Zığındere’yi geçemedi gâvur. Bacağımdan yaralandım. Hastanede,
“- Sana tebdil-i hava verelim” dediler.
“- Olmaz” dedim,
“-Beni kıtama yollayın”. Topal mopal Alay’a geri döndüm. Alay kalmamış ortada, Alay birbirine karışmış.
Neyse uzatmayalım, Çanakkale’den Galiçya’ya 63’üncü Mitralyöz Bölüğüne verdiler bizi. Fahrettin Çavuş diye bir kumandanımız var ki öyle babayiğit bir adam görülmemiştir. Keşfe çıkmıştık, pusuya düştük. Fahrettin Çavuş şehit oldu, ben yaralandım. Yaram hafifti, çabuk iyileştim. Galiçya’dan sonra, Cenup Cephesine; Dördüncü ordu’ya verdiler, Cemal Paşa’nın emrine. Gazze’de, Kanalda, Tih Sahrası’nda epey çakmak çaldım. Bu İngiliz gâvuru, şeytan gibi bir gâvur. Her gittiğim yerde o çıkıyor karşıma. Ne yalan söyleyeyim, vurduğum gâvur sayısı yüzden aşağı değildir. Çölde su yok, yiyecek yok, giyecek yok. Ayağımdaki postalları bezle sarıyorum ki büsbütün parçalanıp dağılmasın diye.
Bir gün süngü hücumuna geçtik. İngiliz siperlerine girince ayağımdaki postalları çıkarıp attım; ölü bir İngiliz gâvurunun yepiz yeni pabuçlarını geçirdim ayağıma, ohh…dünya varmış dedim. Terhis olana kadar İngiliz postalını çıkarmadım ayağımdan. Bu İngiliz malı sağlam oluyor beyim. Ne demişler, “Asılacaksan İngiliz sicimi ile asıl”
Yemen gitti, Hicaz gitti, Kudüs gitti. Bozulup geri çekildik oralardan. Çok telefat verdik. Olanları anlatsam yürek dayanmaz. Civan gibi arkadaşlarımızı Arap çöllerinde kuma gömdük. Mezarları bile yoktur.
Sonra Sakarya… Yirmi iki gün, yirmi iki gece Yunan gâvuru ile cebelleştik. İyi ki İngiliz yoktu bu sefer karşımızda. Bu gâvur milleti ne kadar çok oluyor beyim? Vur vur bitmez. İngiliz’i gider, Yunan’ı gelir, sonra, kattık Yunan gâvurunu önümüze. Kovala ha kovala. Korkak adamın arkasından kurşun yetişmiyor, beyim. Yunan’ı denize dökene kadar kovaladık.
On bir yıl deyince köye döndüm. Vücudumda tam oniki yara var. Kurşunun biri hâlâ kalça kemiğimde duruyor. İstiklâl Harbi’ne katılanlara madalya veriliyor, maaş bağlanıyor dediler. Kalktım, Askerlik Şubesi’ne gittim. Defterleri karıştırdılar, künyemi bir türlü bulamadılar. Defterin o yaprağı kaybolmuş.
“- Bu durumda sana madalya veremeyiz Hüseyin Onbaşı” deyince, dönüp vücudumdaki on iki yarayı gösterdim Şube Reisi’ne.
“- Oğlum, ben bu yaraları çelik çomak oynarken almadım ki. İngiliz kurşunu, kalça kemiğimin içinde duruyor hâlâ” dedimse de nafile. On bir yıl aserlik yaptığıma kimseyi inandıramadım. Bana bir madalyayı çok gördüler. Zararı yok, “Balık bilmezse Hâlık bilir” demişler. “Ne yaptıysak vatan için yaptık helâli hoş olsun.”
Ahmet Kabaklı