Türk Dili

Beyaz Türkçe

İ

stanbul’a iki gün sis çökünce
hayat hatırı sayılır çapta sekteye uğradı ve birçok trafik kazası oldu. Ya senelerden beri lisanımızın üstüne oturmuş sise ne demeli? Öle bir sis ki kendi
varlığından da çıkarak baca kurumu, berbat bir çamur gibi Türkçeyi altına almış
boğup durmakta.

Bir, beş, on değil; Türkçe elli
senedir Haliç’in burun düşüren çamurundan daha bayağı olan bu sisin altında
yaşama mücadelesi vermektedir.

Sis imajı ile anlatmak
istediğimiz uydurma dildir. Yani; meselenin şu derin, geniş ve mânâ yüklü
meselenin yerini almak isteyen “sorun”
berraklığını ciğerlerimize kadar çektiğimiz hür ve hürriyet mefhumlarına
amansız düşman “özgür” ve “özgünlük”, asil ve abidevî medeniyet
fikrinin garıltılı, gurultulu takipçisi “uygarlık”,
tek başına dilde zenginlik ifade eden sebep kelimesine neden musallat olduğu
malûm “neden”, insan olmanın ilk
şartı fikir servetini kırk haramiler misali talan etmeye niyeti “düşün”, insanın geride bıraktığı
ömründen parçaları hâleleyen hâtıranın paraziti sığ ve kuru “anı” ve millet yerine “ulus”, hakim yerine “yargıç”, imtihan yerine “sınav”, kelimeye mukabil “sözcük”, vs. vs. vs.

Türkçenin bunlar ve benzeri
yüzlerce kelime ile başı derttedir.

Bu kelimeleri kullananlar türlü
türlüdür… İdeolojisi icabı ırkçı ve yobaz bir tutumla münhasıran uydurma
kelimeleri tercih ederler. Bunlar din, tarih, medeniyet, ilim ve kültürümüzle
bütün alâkalarımızı koparmak ve kızıl hayat tarzını hakim kılmak isteyenlerdir…
Hiçbir şeyin farkında olmadan masumane veya aptalcasına köksüz kelimeleri
geveleyenler. Sol ile güya köprü kurmak için onlarla ağız birliği eden
tavizkârlar. Ve züppeler. Muhtevasız ve hiçbir şey olmadıklarını gizlemek için
uydurmacanın arkasına saklanan etiketliler…

Oysa dil yaşayan bir varlıktır ve
samimiliğin ta kendisidir. Yukarıda sınıflandırdığımız zümrelerden hangisi
olursa olsun samimi olduklarında; yani acılı, öfkeli ve sevinçli anlarında
sun’i bir ağızla konuşamazlar. Muhatabına “olanaklı”,
“koşullu”, “özverili”, “içerik”li
kelimelerden kurulmuş cümlelerle bağıran bir insan sadece gülünç ve
ortaoyuncusu olur.

Zaten o an bölebir uslûp aklına
gelmez. Veya yakınını kaybeden gönlü kırık biri nasıl olur da “yaşım”, “anı”, “bellek”
kelimeleri ile gözyaşı döker. Eğer böyle bir şey yapmaya kalkarsa ölü evi bir
tiyatro sahnesine döner.

Türkçeye sahip çıkmalıyız.

Türkçe dört bir yandan
kuşatılmıştır. Uydurukça bir düşman, lâtince, Fransızca, İngilizce vs. Avrupa
dilleri –ki aşağılık hissi ve en koyu cehaleti bu kelimeleri vitrin ve
tabelâlarına, firmalarına yakıştıranlarda görüyoruz– bir düşman, argo bir
düşman…

Bu düşmanların sülük gibi kanını
emerek bir lisan yerine geriye onun iskeletini bırakmaları yüzünden Türkçe
fakirleşmiştir. Böyle bir Türkçe ile eser doğar mı?

Belinin tâ orta yerinden kırılmış
bugünkü Türkçe ile asırlara dayanacak ve milyonların elinden geçecek eser
verilmesi muhal olmasa bile hemen hemen imkânsızdır. Yıllar boyu tonlarca kâğıt
harcanır, binlerce kitap çıkar ama eser nerede? Ciddi, kurşun gibi ağır, billur
gibi akıcı eserler… Bu eserler ancak Türkçe ustalarının kaleminden çıkabilir.
Peki, bu Türkçe ustaları nasıl yetişecek; bu kitapçıklarla mı? Fasit daire bu
değilse nedir?

Devlet meselenin özüne
eğilmelidir; demiyorum; meselenin kendisine ait olduğunu bunun ekonomiden bin kat
daha büyük ehemmiyet taşıdığının şuuruna varmalıdır.

Neler yapılabilir?

Neler yapılamaz ki!

Evvelâ ve acilen ders
kitaplarının Türkçesi ıslah edilir, TRT’ye Kıbrıs’ın, Bulgaristan’ın Türkiye
için “sorun” değil “mesele” olduğu öğretilir, Türkçeyi
aslına, yapısına sadık kalarak kullanan yazarlar desteklenir. Binlerce senelik
mevcudiyetimiz ve bin yıllık Anadolu coğrafyamızdan fışkırıp gelişen
imparatorluk dilinden doğmuş millî Türkçe zenginleştirilir, geliştirilir, özendirilir;
ortak ve seviyeli konuşma uslûbumuz ortaya konur.

Zaman geriye doğru değil ileriye
akar. Üç asır önceki lisanı bugün yaşatalım demiyoruz. Ancak, Türkçe her çeyrek
asırda bir zelzele görmemeli, aralarında çok değil on yaş olan insanlar
konuşurken bir diğerini anlamaz durumlara düşmemelidir.

Ne argo, ne uydurma dil kültür
istilâsını göğüsleyemez. Vatandaşa seviye kazandıracak, onu tefekkür
deryasından nasiplendirecek ve kültür istilâsından koruyacak millî ve beyaz
Türkçedir.

Argonun, uydurmacanın, Frenkçenin
çamuruna bulamamış beyaz Türkçe Türkiye’nin ve bütün Türklerin ortak dili
olmalıdır. Böyle bir Türkçe sadece mekanik bir yapıya sahip değildir. Onda
gönülden gelen titreşimler bulunur.

 

 

İlgili Gönderiler

1 / 79