Türk Dili

Beş Adam Bir Yazar Oldu

H

epsi
“yazar” oldu: “edîb, muharrir, musannif, müellif, münşî.” TDK’nin marifeti,
birilerinin geçmişe muhalefeti, devletin kuvveti, cahillerin daveti, gafillerin
“evet”i… sayesinde… Bugün “edîb” kelimesi –bazı vatandaşların
nüfus kayıtları dışında– hiçbir resmî metinde yok. Edebiyat ve Türkçe ders
kitaplarında bile… Tabii ki “muharrir /
müellif / musannif / münşî”
gibi kelimeler de… Artık “edîb / muharrir / müellif / musannif / münşî” kalmadı, bunların
tamamı “yazar” oldu.

Birisi
biraz farklı isimlendirilmişti: “Münşî” kelimesine
TDK “yazar” değil “düzyazar” demişti. Şimdi onun da “düz”ünü düzlediler. “Edebiyatla uğraşan, edebî eser veren
kimse”
lere de “yazar” deniyor, “gazete köşe yazıları kaleme alan”lara
da… Son yıllarda “şair” yerine bile “yazar” diyenleri sık sık görüyoruz.

Hele
gençler arasında… (Bu cehaleti, yukarıda binlercesinden yalnızca bir tanesine
işaret ettiğim “kelime değiştirme” çılgınlığı doğurup besliyor. “Türkçeye sahip
çıkalım…” gibi muğlak, muallak ve yuvarlak sloganları dillerinden
düşürmeyenler! Bu mesele sizin kafanızı hiç yordu mu? Sizin böyle bir derdiniz
oldu mu?…)  

Halbuki
TDK’den önce “muharrir” ile “müellif” ve “musannif” aynı şeyler değildi. Mesela “musannif” kelimesi Kaamûs-i
Türkî
’deki izaha göre “kitab te’lif ve tahrir ve cem ve telfik eden” demekti. “Müellif” de benzer bir kelimeydi. “Muharrir” ise “1. Yazan, kâtip, müstensih. 2. Kaleme alan,
tahriren ya’ni yazı ile ifade ve ifhâm eden, münşi” manasında kullanılırdı.

TDK’miz
bu işe el atınca “müellif” ve “musannif” kaldırılıp ikisinin de
yerine “yazan” getirildi. “Muharrir” ve “edîb” kelimelerine ortak karşılık olarak hem “yazar” hem “yazman”
dendi. Sonra “yazman” unvanı
onlardan alınıp “kâtip”lere verildi.
Böylece “muharrir”lerin de “edîb”lerin de ellerinde sadece “yazar” kaldı. Gelgelelim bu “yazar” kelimesine sonradan iki ortak
daha geldi: “Musannif” ile “müellif” de kendilerine devlet
tarafından tahsis edilen yuvanın (yazan) darlığı yüzünden “yazar” dairesinde “muharrir”
ve “edîb”in yanına sığındılar.

Nitekim
TDK 1978’in Özleştirme Kılavuzu’nda “yazar”
kelimesini “muharrir, müellif, edîb”
için karşılık göstererek genişletti. TDK’nin “müellif” ve “musannif”i
ortadan kaldırmak için ortaya çıkardığı “yazan”
kelimesi bugün TDK lügatlerinde ortadan kaldırılmış. Evet, bir zamanlar anlı
şanlı “müellif” ve “musannif”lerle aynı sahneye çıkarılan
meşhur “yazan” şimdi kayıp… (Ne
kadar ayıp, ne kadar ayıp!..)

Eskiden
dar olan –ama var olan- yuvanın yerinde bugün yeller esiyor. Peki, şimdi “müellif” ve “musannif” mefhumları hangi kelimede yaşayacak? “Ölsün mü, n’eylesin?..”  Kelimeyi ortadan kaldırdınız diyelim; peki,
onun barındırdığı mânâ ortada mı kalacak? TDK’liler ne yapıp edip “edîb / muharrir / müellif / musannif /
münşî”
kelimelerini –Arapçadır diye– yok etmeye çalıştılar. Bazı lügatlerinde bu kelimeleri
“eskimiş kelimeler”den bile saymadılar; Türkçede hiç olmamış, kullanılmamış
gibi…

Mesela
1974’te çıkarttıkları Kitaplıkbilim
Terimleri Sözlüğü
’nde “muharrir”
ve “musannif” kelimeleri o kitabın
“Eski Terimler” listesinde bile yok.
Sonunda “edîb / muharrir / müellif / musannif
/ münşî”
gibi beş mefhum bir tek “yazar”
potasında birbirine karışıp kayboldu… Yani beş kelime yerine bir tek kelime… Ya
ne olacaktı?

Eğer
öz Türkçeci olsaydım “hattat” yerine
bir kelime uyduramamış olan TDK’ye kızardım. Bulamaz mıydı yani? Al eline “yaz-” kökünü, ona bir şeyler ekle,
olsun bitsin. “Yazar, yazıcı, yazman,
yazıt, yazım, yazın”
şekilleri kullanılmış olduğu için başka bir şey
bulmalı, Nurullah Ataç’ın “uza-yazar”
(tarih-nüvist)” sözünü de geçelim. İşte buldum; uzyazar. Nasıl? “Uzman”ın
güzel yazı (hüsnühat) yazan cinsi…

Ey
TDK, artık kıymetimi bil, ayıp oluyor! Bak, senin Türkçeleştiremediğin
kelimelere karşılık buluyorum. Daha önce de “ressam” için sizin adınıza ben karşılık bulmuştum; çizmen. Nurullah Ataç’ın “bedizci”sinden daha iyi değil miydi?
Üstelik –kusura bakmayın ama– ben “uzyazar”
diye bir harika salladım. Nurullah Ataç’ı bile solladım. Fakat –onun dediği
gibi– “utku yırlamları söylemeğe kalkmıyorum.”

İşte
Türkçe’nin “kurum”lu hâli: Beş, altı, yedi, sekiz, dokuz, on… kelime yerine bir
kelime… Dile gaflet, dalalet, cehalet, felaket, rezalet, sefalet, zillet ve
ölet… Uyuma ey millet! 


İlgili Gönderiler

1 / 79