ene: 1952. Yer: Bulgaristan’ın Hasköy ili Emniyet Müdürlüğünce sorgulandıktan sonra gönderildiğim Belene Temerküz Kampı. 14 ay sorgulama ve Ölüm Adası Belene’ye atılma. Bu ne demektir bilir misiniz?
Ünlü yazar Vasil Lilov Kazaski ile orada karşılaştım. Bu zat Belene’de ben sonra fazla kalmadan ben geldi kaçtı, kurtuldu ve daha sonra “Ölüm Kampı Belene” adındaki eseri yazarak bu dehşet, korku ve cehennem adasındaki gördüklerini dünyaya tanıttı. Türkçe’ye çevrilmiş olan bu kitabı özellikle anavatanımız Türkiye’de yaşayıp da komünizme gönül vermiş ve ona sevda çekenlerin mutlaka okumalarını tavsiye ederim.
“Davulun sesi uzaktan hoş gelir” derler ya komünizm; Bulgaristan’da Faşizm esareti çekerken, bizlere de iyi görünmüş, cazip gelmişti. Özellikle Türk azınlığı için eşitlikçi bir rejimdi (!) Halbuki üstü şekerle kaplı zehirli haptı. Ama biz işin o tarafını göremiyor, sezemiyor ve yeni rejime sempati ile işin o tarafını göremiyor, sezemiyor ve yeni rejime sempati ile bakıyorduk. Çok geçmeden Hanya’yı Konya’yı öğrenecektik…
Benimle aynı yoldan geçmiş ve büyük acı ve ızdırap çekmiş olan değerli insan Nüvvab’lı Osman Kılıç kardeşimiz, Kültür Bakanlığımızca basılan “Kader Kurbanı” adlı eserinde, Bulgaristan Türklerinin çektiklerini ve kendi çektiklerini pek güzel ve ibretli bir şekilde anlatmış. O meyanda şüphesiz benim de söyleyeceklerim vardır. Allah izin verse yazmaya çalışacağım.
1937-38 yıllarında Türki Cumhuriyetlerde ne kadar Türk yazar ve şair varsa hepsini toplayıp Sibirya’ya sürmüş ve bir daha da o insanlardan hiçbir haber alınamamıştı. Tabii aynı akıbete Berie canavarı kendisi de duçar olmuştur. Tarihi, eşine ender rastlanan bir “sadist” olarak geçti.
Allah-ü Teala insanlığı bundan sonra benzer zulümlerden korusun derken, acaba insanlık bir canavarın zulmüne müstehak olmasaydı mevlam bunu gönderir miydi? demekten de kendimi alamıyorum ve bu başa gelenlerin “Bir Gadab-ı İlahi” olduğunu düşünüyorum. Tarihi hakikatleri insanlara olduğu gibi öğretmek, göstermek zorundasınız. Gerçekleri değiştirerek, tersyüz ederek de bir yere varamazsınız. Bizimle ve Rusya ile ilgili olarak şu misali vermek istiyorum.
Bulgar ihtilalcisi ve yazar Zahari Stoyanov’un yazmış olduğu iki ciltlik kitabı çok dikkatli okumuştum. Kitaplarıma hapisler ve sürgünler sebebiyle el konduğu için aklımda kaldığı kadarıyla bu kitabın ikinci cildinin 415’inci sayfasında şöyle bir değerlendirme vardı: “Türk esareti zamanında yaşadığımız bu topraklarda hiçbir Bulgar kadının ırzına tecavüz edilmemiştir. Eğer böyle hadiseler senede bir iki kere vuku bulduysa o da kadınların rızasıyla olmuştur. Halbuki Hıristiyan Rusya’da bir sene içinde sadece bir pomeştik (köy ağası) 80 kızın ırzına tecavüz etmiştir. Bu memlekette biz böyle bir ağa, bey, paşa tanımıyoruz…”
Bu kadar vahşice idare edilen Rus çarlığına herhalde Stalin gibiler azdır bile. Ne demişler:
“Her toplum, müstehak olduğu idarecilerle idare edilir.”
N. Turgut Adalı