1912 Balkan harbinde Fransız gazeteci Gustave Cirilli Edirne’de bulunuyordu. Savaş sonunda Edirne’nin işgalinde gördüğü hazin halleri şöyle dile getiriyor:
- Home
- Makaleler
- Kültürümüz
- Balkan Harbinde Edirne’nin Hazin Hali
Balkan Harbinde Edirne’nin Hazin Hali
*Gustave Cirilli
İşgal Başladı
Sabah 7’den itibaren Bulgar ve Sırp süvarisi ana caddeyi, hükümet konağını, kumandanlığı ve belediyeyi işgal etti. Bosnaköy, Kıyık ve İstanbul Yolu’dan dört nala geldiler.
Bu süvarilerin çevresini kalabalık ve tasvir edilemez bir heyecan sardı. Rum, Yahudi, Ermeni, dün Türklerin ayakları altında sürünen hepsi bugün sevinç çığlıkları atıyor ve yeni Sezar’larının birliklerini alkışlarla selâmlıyorlar.
Saat 10’da, ikinci piyade tümeni, General Vasof kumandasında, sancakları açık, önde bando takımıyla yukarı mahallelerden giriyor. Yeşil-beyaz ipek zemin üzerine altın sırmayla Kur’an sureleri işlenmiş üç tane Türk bayrağı en önde gidiyor. General Vasof birçok kurmay subayın ortasında ön sıralarda duran reayanın (gayrimüslim) çılgınca alkışlarına ışıldayan bir ifadeyle karşılık veriyor.
Askerleri ağır, yekpare, rengi solmuş boğazlarına kadar üniformalarının içindeler. Çoğu sakallı. Sert, yabani, yüz hatlarında aylar süren kuşatmanın bakır rengi izi görülüyor. Sağlam adımlarla ve savaşçı edasıyla yürüyorlar. Geliyorlar, ardı arkası kesilmeden. Uzak steplerden koşup sürüler ya da milis kuvveti olarak teşkilatlanmış gerillalara benziyorlar. Birkaç alay milli marşlarını söyleyerek geçiyor.
Tüfeklerinin namlusuna galiplerin tacını temsil eden bir şimşir buketi takmışlar. Bu orduyu Hristiyanlar, komitacılar, en fantezili giysileriyle avcılar takip ediyor. Onlar en değerli yardımcıları. Rehberlik hizmeti verdikten sonra muhbirlik hizmeti sunacaklar. Bu geçit töreni bütün gün sürüyor. Sıralar bozulduğu anda adamlar kabarelere, kır kahvelerine dağılıyor ve kendi vatanlarının monoton şarkılarını söyleyerek kendilerini bol bol şarap içmeğe veriyorlar.
Yağma Vahşeti
İlk zafer günü için bu kadar yeter. Ama ertesi gün ne korkunç bin uyanış! Bulgarlar avlarını tutuyorlar ama delicesine mukavemetlerinin ona pahalıya ödetecekler. Üç gün boyunca şehir yağma ediliyor. Bilhassa Türk evleri sadece kin ve intikam teneffüs eden vahşice bir yağmanın hedefi oluyor. Müslüman kadınlarını patavatsız bakışlardan koruyan parmaklıklı pencere fark edildiğinde, kapılar tüfek kabzası ile vurularak kırılıyor.
Elveda İslâm’ın mutlu kişileri için çok değerli olan haremin mahremiyeti, kadınlara ayrılan bölümlerin gölgesi! İstilâcının çizmesi yasak yerleri kirletiyor. Sefahate yuvarlanıyorlar, ellerine geçen her şeyi gasp ediyorlar; mücevher, halı, elbise, ayna. Alıp götüremedikleri eşyaları kırıyorlar. Muhabbet tellalları, Yahudiler, Ermeniler ve bilhassa Rumlar mahallelerin cadalozları bu kızgın içki, eğlence âlemini yönetiyorlar ve kendilerine düşen paydan istifade ediyorlar.
Sokaklardan başlarında subaylarıyla uzun esir kuyruklarının geçtiği görülüyor. Solgun benizli, tasalı, uzun süren açlık sebebiyle etlerin sıskaları çıkmış. Pis bir hayvanmış gibi, dipçik darbeleriyle, yumrukla, tekmeyle yürütülüyorlar. Hepsini, şehir dışında, Tunca ırmağında, Eski Saray denilen yerde topluyorlar ve orada, bir kurşun acılarına son vermediyse, soğuktan ya da açlıktan ölmeğe terk ediliyorlar. Gömülmeden ortada bırakılan cesetleri sonunda halk sağlığını tehdit edecek kadar gün be gün yığılıyor. Böylece kolera bir kez daha duvarlarımızın içinde görülüyor.
Mevkiyi savunan asker sayısı biliniyor. Kazanan tarafa kayıplar çıkarıldıktan sonra 40.000 ya da 50.000 esir lâzım. Bazıları kendilerini bekleyen sonu tahmin ederek kaçmaya saklanmaya çalışıyor. Onları saklayanların vay haline! En küçük bir ihbarda, bir esirin bulunduğundan şüphe edilen her yerde, ev tepeden tırnağa aranıyor, suç ortağıyla beraber yakalanan kaçak birlikte kurşuna diziliyor.
Vahşetin bütün incelikleriyle tam bir insan ya da Türk avı. Gündüz ve gece Mannlicher (bir silah) gümbürtüsü duyuluyor: Bu idamların sesidir. Bedenler sokaklara, tarlalara, ırmağa atılıyor. Karaağaç yolu üzerinde çok sayıda gördüm.
Şapka Zulmü
En karanlık dramlarında görüldüğü gibi, bazen komik duruma da rastlanıyor. Yeni işgalcilerin ilk icraatından biri fesi yasaklamak olduğunu görüyorum. İtiraz edenler dayak yiyorlar, şüpheli gibi tutuklanıyorlar, takkeleri yırtılıyor ve fırlatılıp atılıyor. Edirne tamamen Türk olduğundan ve bugünden yarına bu kadar kalabalığa giydirmek için yeteri miktarda şapka temin edilemeyeceğinden kafa yormak zorunda kalınıyor ve külâh, hasır şapka, kalpak, kasket, eski şapkalar gibi kalabalığa karnavaldaymış görüntüsü veren acayip başlıklar giydiriliyor. Edirne şapka bölümünü işte böyle yazdı.
Şükrü Paşa Esir
Şükrü Paşa savaş esiri oldu. Kılıcını verdi. Kimseye görünmeden teslimden iki gün sonra gelen Kral Ferdinand onu görmek istediğini belirtti ve Paşa huzuruna getirildiğinde elini sıktı ve başarılı savunmasından dolayı tebrik ederek kılıcını iade etti. Güzel bir davranış! Cesur bir düşmanı şereflendirirken insan kendini şereflendirir.
Ama işte buna tezat teşkil eden başka bir hadise Bulgarların şehre girişlerinin ertesi günü, Londra ve Paris’e telgraf çekmek amacıyla izin almak üzere genel karargâha gidiyordum ki, alçak tavanlı bir odada kurmay heyetiyle birlikte Şükrü Paşa’yı gördüm. General beni tanıdı, ayağa kalktı ve sevimli bir şekilde selamladı. Yüzünde büyük bir hüzün havası esti. Ruh halini anlamak güç değildi. Bu askeri görünce belirli bir acıma duygusu hissetmekten kendimi alamadım.
Tam o sırada dev yapılı yüksek rütbeli bir subay alel acele bana doğru geldi ve bağırarak kötü bir Fransızca ile:
“Hayır, hayır… bunu yapma… Yasak… İzin yok”
“Özür dilerim bayım, dedim nazikçe, bedbaht cesareti selâmlamaya her zaman izin verilir.”
Edirne’ye henüz yerleşmiş olan Bulgarlar aşırılığa varan derecede Bulgarlaştırma hareketine giriştiler. Şapkada yaptıkları gibi eğitim-öğrenimden başladılar. Bütün tacirler, dükkân sahipleri, Pazar erbabı ağır cezayla korkutularak, işyerlerinin kapısına Bulgarca iştigal konularını belirten tabelalar asmağa davet edildiler. Bu tabela Bulgarca yazılırsa 4 ya da 5 frank, yabancı dilde yazılırsa 100 ya da 150 frank vergiye tâbi idi.
Kaynak: Gustave Cirilli – Edirne Kuşatması Günlüğü (Kuşatma Altındaki Bir Kişinin Günlüğü)
Tercüme eden: Fazıl Bülent Kocamemi
İlgili Gönderiler
Biz Osmanlılar az konuşur, çok iş yaparız:
*Ahmet Refik Macar kralı olarak seçilen Prens Jean Zapolay, Avusturya’nın zulmünden…
Süleymaniye Kütüphanesinde Yüz Bin El Yazması Eser…
*A. Ragıp Akyavaş İnsanın varlığı sadece maddeden ibaret değildir. Dış âlemimiz kadar bir…
Türkler
*Halime Gürbüz Adolf Hitler’in kumandanlarından biri sorar: “Türklere neden…
Osmanlı Sancağını Görünce Ağlayan Bir Cumhurbaşkanı
*M. Gül Turgut Özal'ın Osmanlı sevgisi... Cumhurbaşkanı Özal, vefatından önce…
Tarih Tekerrür Ediyor, Ders Alın Ey Akıl Sahipleri!
*Prof. Dr. Ali Muhammed Sallabî Libya’lı İslam Tarihi Profesörü Ali Muhammed Sallabî’nin…