Türkistan

Bağdat’ı ve halifeyi esaretten kurtaran büyük Türk sultanı: Tuğrul Bey

D

resim

ünya, Türk-İslam tarihi boyunca âdeta altın çağını yaşadı. Her dilden, her renkten ve her cibilliyetten insan, Türklerin merhametli kanatları altında huzur buldu. Bunun temelini hiç şüphesiz İslam’ın “ahiret inancı” ve “insan” merkezli bakış açısı oluşturuyordu. Binaenaleyh Karahanlı, Selçuklu ve Osmanlı devletleri asırlarca bize bunu açıkça gösterdi.
Makalemize konu olan, itikatta Mâtürîdî, amelde ise Hanefî yani Ehl-i sünnet olan Selçuklu Devleti; Çin, Batı Anadolu dâhil bütün Orta Doğu ülkeleri, Akdeniz sahilleri, Afrika, Hicaz ve Yemen’den tutun da Rusya içlerine kadar yayıldı. Selçuklu, bununla birlikte muazzam bir kültür ve medeniyetin de temsilci oldu. Ne zaman ki Müslüman Türk devletleri zayıflamaya başladı, idareleri altında hayat bulan milletlerde nifak, savaş, gözyaşı ve kan eksik olmadı. Bugün sınır komşularımız ve tarihte “jandarma vazifesi” yaptığımız coğrafyaların durumuna dikkati nazarla bakılır ise vaziyeti kavramak hiç de zor olmaz.

 İnsanlığın umudu selçuklu devleti kuruluyor!

Selçuk Bey, Hicri 350 (961) yılında günümüzde Kazakistan sınırları içerisinde bulunan Cend şehrine geldi ve burayı beyliğin merkezi yaptı. İdaresindeki Türkler kısa zamanda İslamiyeti kabul etti. Bu durum Yabgu ile arasını iyice açtı. “Müslümanlar gayrimüslimlere haraç veremez” diyen Selçuk Bey, Yabgu’nun haraç memurlarını kovdu. Türkler, Oğuz Yabgu’suna karşı Selçuk Bey’in etrafında toplandı. Bu teşebbüs Selçuk Bey’e şöhret kazandırdı. Oğulları Mikail, Arslan (İsrail), Yusuf ve Musa ile Büyük Selçuklu Devleti’nin temellerini atıp Tuğrul ve Çağrı adında iki torun bırakarak yüz yaşlarında vefat etti.

 Musa Yabgu yeğenleri Tuğrul ve Çağrı Beyler kumandasındaki Selçuklu ve Türkmen kuvvetleri bölgenin en stratejik mevkiinde bulunan ve Gaznelilere ait olan “Horasan”a ani bir taarruzla giderek; Merv (Türkmenistan’da), Nişabur ve Serahs (İran’da) havalisini ele geçirdiler.

 1038 senesinde Serahs civarında yapılan muharebede Gazneli ordusu ağır bir mağlubiyet aldı. Gazneli Sultanı Mesud, büyük bir devlet adamı, cesaretli bir kumandan olmasına rağmen bu yenilgiden sonra Nişabur’u Selçuklulara terk edip kesin netice alınacak büyük muharebeyi geciktirdi. Ancak sonunda Selçukluları tanımak zorunda kaldı.

Sultanü-l muazzam Tuğrul Bey

Tuğrul Bey’in üvey kardeşi İbrahim Yınal, 1038’de Nişabur’u alıp Tuğrul Bey adına hutbe okuttu. Onu muhteşem bir törenle karşıladı. Tuğrul Bey “Sultanü-l Muazzam”, Çağrı Bey de “Melikü’l Mülûk” ünvanını aldı. Böylece Büyük Selçuklu Devleti’nin kuruluşunu ilan ettiler. 23 Mayıs 1040’ta Dandanakan Muharebesi’nde Selçuklular üstünlüğü elde etti. Bu savaşın muzaffer başkomutanı Çağrı Bey, zaferden sonra verilen merasimde idarecilik vasfı ve keskin zekâsı ile dikkat çeken, bütün haşmeti ve asaletiyle Türk’ün adaletini yaymaya, düşmanlarına dehşet salmaya gelen kardeşi Tuğrul Bey’i Selçuklu Sultanı ilan etti. Merv, başşehir yapıldı. Toplanan kurultayda fethedilecek yerler ve idareciler tespit edildi.
 
Müjde, müjdeTürkler geliyor!

 Artık İslâm dünyasında uzun zamandır hilâfet müessesesini kurtarması beklenen “Sahibü’z-Zaman” ortaya çıkmıştı. Devrin Abbasî-halifesi, gerek İslâm âlemini gerekse kendi şahsında temsil edilen hilâfet ve Sünnîliği, içine düştüğü bu buhrandan ancak Türklerin kurtarabileceğine inanıyordu. Bunun için de halife El-Kâim bi-Emrillâh, El-Muslime ve El-Mâverdî gibi devrin çok büyük şahsiyetlerini, âlim ve kadılarını Tuğrul Bey’e elçi olarak gönderdi ve onu Bağdat’a davet etti.

Henüz yeni kurulan devlet, Bağdat hariç bölgedeki bütün İslam beldelerine hâkim olmuştu. Sultan Tuğrul, Büveyhiler’in (Şii devleti) işgalinde olan halifelik merkezi Bağdat’ı kurtarmak için Abbasi Halifesi el-Kaim bi-Emrillah’ın davetini kabul ederek 17 Ocak 1055’te şehre ayak bastı.

Bundan tedirgin olan Büveyhîler’in hizmetindeki Türk askerleri ve Türk asıllı kumandan Arslan el-Besâsîrî, karışıklıklar çıkardı. Tuğrul Bey ise Büveyhî Hükümdarı el-Melikü’r-Rahîm’i tutukladı ve Irak’taki Büveyhî hâkimiyetine son verdi.

 Halifeliğe karşı yapılan saldırıları bertaraf etti
Halifenin, âlimlerin ve Sünni Müslümanların büyük hüsnü kabulü ile karşılanan Tuğrul Bey, Büveyhi Hükümdarlığını darmadağın ederek Abbasi Halifeliğini yeniden ihya etti. İslam âleminin takdirini kazanarak, büyük iltifatlara mazhar oldu.

 Sırtında hazreti peygamberin hırkası var

 Halife, bu hayırlı hizmetinden ötürü Tuğrul Bey’in yanındaki daha önceden hazırlanmış kıymetli taşlarla süslü, altından yapılmış heybetli bir tahta oturmasını işaret etti. Tuğrul Bey o güne kadar hiç görüşmediği Abbasi Halifesi Kâim-Biemrillâh’ın huzuruna kabul edildi. Halife yedi arşın yüksekliğinde bir taht üzerinde oturuyordu; sırtında Hazreti Peygamberin hırkası, elinde de altından bir âsâ bulunuyordu.

 “Doğu’nun ve Batı’nın hükümdarı” ilân etti

 Tuğrul Bey de yüksek bir taht üzerine oturtuldu. Halife, Tuğrul Bey’i takdir ettiğini, Cenab-ı Allah’ın kendisine ihsan ettiği ülkelerin ve memleketlerin idaresini ona verdiğini ve bu ülkeleri adaletle yönetmesini söyledi. Tuğrul Bey de onun emirlerini yerine getirmek için Allah’ın yardımına güvendiğini ifade etti. Ardından Tuğrul Bey’e yedi iklimin idaresinin sembolü olarak yedi siyah hil’at giydirildi. Başına da mücevherlerle süslenmiş bir taç konuldu. Halife Kâim-Biemrillâh, Tuğrul Bey’i “Doğu’nun ve Batı’nın Hükümdarı” ilân etti ve bizzat eliyle kılıç kuşattı. Daha sonra halka Selçuklu devlet ricali ve hilâfet erkânı asker ve sivillerden meydana gelen çok büyük bir kalabalık önünde Türk sultanına hitaben şu tarihî konuşmayı yaptı:

 “Müslümanların Emîr’i, senin hizmetlerine teşekkür etmekte ve başardığın büyük işlerle iftihar etmektedir. Allah’ın sana lütfettiği bütün ülkelerinin hepsinin idaresi senin uhdene verilmiştir. Öyleyse insanlar arasında adaleti yay. Zulümden sakın! Sana uyanların iyiliği için elinden gelen her şeyi yap!..”
 
Halifenin bütün bu konuşması tercüman vasıtasıyla Sultan’a aktarılıyordu. Halife’nin, Tuğrul Bey’in yaptığı hizmetleri dile getiren metih dolu konuşmasından son derece duygulandığı her hâlinden belli oluyordu. Daha sonra sıra karşılıklı hediyelerin verilmesine gelmişti. Halife Kâim-Biemrillâh, Türk sultanına hil’âtlar (kaftan) verdi, taç giydirdi ve bir de kılıç kuşattı. Bu onun cihat yani İslam dinini yayma aşkını iyice arttırdı.

Onun devri gül bahçeleri gibiydi!

Kaynaklar Tuğrul Bey’i kan dökmekten hoşlanmayan, merhametli, asil davranışlı, kusur ve hataları bağışlayan, sabırlı, kibirden uzak, cömert, dürüst ve dindar bir hükümdar olarak tanıtır. Meşhur bir şair, edip, münşî ve tarihçi olan İmâdüddin el-İsfahânî, Tuğrul Bey’in devrini gül bahçelerine benzetir.

Tuğrul Bey’in başlıca maksatlarından birisini de hac yolundaki güvenliği sağlamak ve Fâtımîler’in (Şii meşrebinin İsmailî koluna bağlı devlet) varlığına son vererek İslâm âlemini birleştirmek oluşturuyordu. Çevresindekilere yağmacılıkla yaşamanın mümkün olmadığını anlatmak için büyük gayret sarf ediyordu. Çağrı Bey’in Nişabur’un yağmalanmasında ısrar etmesi karşısında çok öfkelenip, ısrarını sürdürmesi hâlinde kendini öldüreceğini söylüyordu.
Zamanının çoğunu savaşlarla geçirmesine rağmen imar faaliyetleriyle de alakadar oldu; Nîşâbur, Rey, İsfahan ve Bağdat gibi mühim kültür şehirlerinde cami ve medreseler yaptırdı. Birçok şair ve edip tarafından övüldü. Fahreddin Es’ad-ı Gürgânî, “Vîs ü Râmîn” adlı eserinin giriş kısmında ona bir methiye yazmıştır. İbn Hassûl, “Kitâbü Tafzîli’l-Etrâk alâ sâiri’l-ecnâd” adlı kitabını Tuğrul Bey’e okunmak üzere Amîdü’l-mülk Kündürî’ye takdim etmiştir. 1040-1060 yıllarında Nîşâbur’da Tuğrul Bey adına altın para bastırıldı; bu paraların çoğunda “es-Sultânü’l-muazzam” ünvanın yer aldığı görülmektedir.
İnsanı bulan her şeyi bulur!

Şunu üzülerek belirtelim ki, böyle büyük, Hanefi, Maturidi ve Türk olan Sultan, ne yazık ki, gençliğimiz tarafından hakkıyla bilinmiyor. Çeşitli coğrafyalarda ortaya çıkarak, değişik medeniyetler kuran birçok millet, Türklerin tarihteki adaletinin, merhametinin onda birini dünyaya veremedi. Bu necip Türk milleti siyasi, iktisadi teşebbüslerini, dünyanın huzuru, cemiyetlerin refahı için sarf etti. İnsanlığa layık olmayan hırs ve zaaflarını bir kenara bırakıp “insanı bulan her şeyi bulur” şiarıyla hareket ediyorlardı.

 Halep oradaysa…

 Bugün ülkemizin, başıboş bırakılmış, zalimlerin kıskacında inim inim inleyen dünyadaki biçare insanlara umut olması, hasretle beklenmektedir. Türk milleti kaptan köşkünden yükselecek bir kurtarıcı sesi, insanı insanlığa çağıran umut kapısı olarak görülmektedir. Onun için millî ve tarihî cevherlerimiz memleketin istikbali için bütün dünyaya hakkıyla anlatılmalı, hazineler yeniden insanlığın hizmetine sunulmalıdır. Halep ordaysa arşın buradadır!

İlgili Gönderiler

1 / 64