Medeniyetimiz

Bağdat, Darü’s-Selâm

*Abdullah Fevzi Efendi

resim

Osmanlı
Devletinin son zamanlarında birinci dünya harbinden 7 sene kadar önce Konya’da
kurulan ‘‘Islah-ı Medaris-i İslamiyye’’ Medresesi o günün
şartlarında çok mükemmel bir tedrisat programına sahipti. Bu medresede okuyan
ve hocalık yapan Abdullah Fevzi Efendi. Harp çıkınca gönüllü olarak
askere gitti. Çanakkale ve birinci dünya savaşlarına iştirak etti. Harp
dolayısıyla ordu Bağdat’a geldiğinde Abdullah Fevzi Efendi İmam-ı Azam,
Abdülkâdir Geylânî 
ve Musa Kazım Hazretlerinin
türbelerini ziyaret etti.

Hatıratında
bu ziyaretler hakkında şunları kaydediyor:

‘‘Bağdat,
onun dünya üzerinde yaygın bir şöhreti ve şanı vardır. Bu şöhrete de layık bir
şehirdir. Onun başşehir olduğu günlerde adı sulh ülkesi anlamında ‘‘Darü’s-Selâm’’ idi.
Tarihte Bağdatta önemli vakıalar vardır. Aynı zamanda Bağdat’ta büyük facialar
da meydana gelmiştir.

İslam dinini
ölümsüz mefahirinin teşhir mekânı, övünülecek eserlerinin vatanı olduğu kadar,
aynı zamanda Bağdat, İslam’ın yetiştirdiği büyük âlimlerin ve idarecilerin de
vatanıdır. İslam’ın gelişini müteakip Bağdat artık dünya şehri olmuş, değişik
ilimlerin, sanatların ve fenlerin gelip buluştuğu, geliştiği mükemmelleştiği
bir başkent bir ilim ve idare merkezi haline gelmiştir.

Bağdat aynı
zamanda kucağında, hürmetli bağrında, mezhebimizin sahibi, Ehl-i
Sünnet’in
 gözbebeği, bütün müctehidlerin önderi, şer’i mübin ordusunun
kumandanı, ilimler kamusu, usul ilimlerinin kaynağı, furu’ denizinin büyük
dalgıcı, hikmet ve züht kaynağı, kudsî ve manevî esrarın madeni, meleküt
alemine ait doğan güneşlerin tulu yeri, büyük imam, İmam-ı A’zam’ın memleketidir.

Bu imam
zahir ve bâtın iki ciheti kendinde toplamış, insanlığa Allah’ın büyüklüğünü
ispat eden ayetlerden alâmetlerden birisi, yani İman-ı A’zam Numan b.
Sabit’in
 kendisidir. Allah ona rahmetiyle muamele buyursun.

Ayrıca
Bağdat’ı değerli kılan bir diğer büyük, hazret-i imamın ilimde bir dalı olan
talebesi ve arkadaşı, Ebû Yusuf rahimehullahtır. İmam-ı
A’zam
 gibi büyük bir ilim kaynağının Ebû Yusuf ilk
pınarı ve o ilmin alındığı ilk ana kaynaktır. Şüphesiz bu büyük ansiklopedinin
ilk limanı ve kaynağı Ebû Yusuf hazretleridir.

İmâm-ı
A’zam’ın
 ilmine bağlı olarak Bağdat’ı ziyalandıran ve nurlandıran,
dirayet ziyasından çok rivayet nuru ile İslâm diyarını dolduran Ahmed
b. Muhammed b. Hanbel 
hazretleri de buradadır. Allah ona rahmet
eylesin.

Bağdat’ın
şerefini ve kadrini yücelten ve onu feyiz incileriyle mecd ve kerem dünyasında
ünlü kılan büyüklerden birisi de, kudsî kuvvet sahibi, Gavs-ı a’zam,
Kadiriye tarikat-ı aliyyesinin sahibi, Kâdirler topluluğunun reisi, eş-Şeyh
Abdülkadir Geylânî 
kaddesallahü sirrahü’laziz hazretleridir.

Bağdat’ta
ayrıca meşhur ilim ve mutasavvıflardan pek çoğunun kabri bulunmaktadır.
Bağdat’ı şeref ve necabet bakımından en yüce mevkie çıkaran unsurlardan birisi
de, orada Ehl-i Beyt’ten birçok evlat ve torunun kabirlerinin bulunmasıdır. Bu
bile tek başına şeref ve şan olarak Bağdat’a yeter. Hazret-i Peygamberimizin
torunlarından Musa Kazım hazretleri burada medfun
bulunmaktadır. Allah ondan razı olsun. Yarab! Onların feyizlerini iki cihanda
bizlere de lütfet, sevgilin, iki cihanın Rasül-ü hürmetine!..

Cihanda öyle
bir zaman geldi ki, Bağdat dünyanın en ünlü ve şerefli beldesi oldu. Her türlü
ilim, fen, sanat burada toplandı, ilimler, sanatkârlar buraya yöneldi ve cem
oldu. İlme susayan ve ona gidenlere kimse engel olmadı. Diğer yandan feyiz,
ilim, dini hayat, kemâlât-ı kudsiye erbabına yönelenlere de kimse karışmadı,
onlar da o kişileri bulup onlardan istifade ve feyz aldılar.

Dileyen
birinci gruba gitti, susuzluğunu orada dindirdi, isteyen ikincilere gitti ve
onların feyiz pınarlarında kana kana sulandı ve kendisini ve susuzluğunu tedavi
etti. Üçüncü bir zümre, bunların ikisinin de feyizlerini ve ilimlerini alarak
mükemmelliği seçti. Ve sonunda iki kanatlı hale geldi; bir taraftan zahiri
kanadını takındı, diğer yandan bâtıni ve ruhani ilimlerle mücehhez hale geldi.
Manevi kemâle sahip oldu.

A’zamiyye’ye
Ziyaret

Bir gün
A’zamiyye’yi ziyarete niyetlendim. Oraya doğru yaya yürümeye başladım. Yolun ne
kadar süreceğini sordum, bir saat dediler, vaktim de azdı, çünkü her an
taburumuzu harp sahasına yani ‘‘Kut’’a (Kût el-Amareye)
gönderebilirlerdi. Hemen çok seri bir vasıta aradım. Hantur adı verilen
vasıtalardan birine bindim. Bir saati bulmadan çabucak oraya vardım.

A’zamiyye
nedir ve neresidir? Burası ilim güneşlerinin battığı yerdir. Fakat batan bu
güneşlerin ışık uzmeleri henüz ufuklardan silinip kaybolmamış, kemal ve
güzelliğin bereketi henüz perdelenilip yok olmamıştır Irak’ta ve civarında…
A’zamiyye bir kandil ve fanustur. Bu fanusun içinde mükemmellik ve ilmi feyz
bir kandil olarak parlamaktadır. Henüz A’zamiyye nuru ülkede yok olup
sönmemiştir. Cihanlar durdukça Allah onların feyzini, nurunu ve kemalini
üzerimizden eksik etmesin. A’zamiyye de İmam-ı Azam Hazretlerinin
kabri ve onun parlak ve tertemiz ravzası bulunmaktadır.

Büyük bir
kapıdan A’zamiyye’ye girdim. Geniş bir avlu ve içinde büyükçe bir cami gördüm.
Kıble tarafında ise camiye bitişik bir de küçük türbe mevcuttu. İçeri girmek
için kapıyı açmalarını istedim, açıldı, içeri girdim. Bir de ne göreyim burası
bir hücre değil adeta bir “ilim hazinesi.” Fıkıh ağacının
bittiği yer. Kemal ve mükemmellik nurlarının yeryüzüne nüzul edip indiği bir
mahal.

Her türlü
feyzin fışkırdığı tertemiz bir kaynak, takva gelininin duvağı (haclesi),
içtihad ırmağının Fırat’ının feyiz kaynağı ve Peygamberimizden ve Sahabeden
sonra, kıyamet gününe kadar ümmetin hayat suyunun pınarı ve kaynağı, ayrıca
Allah’ın kınına koyduğu ve düşmanlarını onunla yok ettiği (manevi ve ilmi)
kılıçlarından bir kılınç, ilk hüccet ve en açık delil, Allah’ın en bariz ve
belli yolunu gösteren zat, insanların gözünden körlük perdelerini sıyırıp,
onların gerçeği görmesine yardım eden kişi, dünyaya hiç değer vermeyen, ona bel
bağlamayan, meliklere, onların kendisine sunduğu Adliye Nezaretini ve
Başkadılığı kabul etmeyen insanlara da asla dayanıp bel bağlamayan, bu işleri
yapmaktansa hapsi ve onların eziyetlerini tercih eden büyük insanın yattığı
yer!..’’

Konyalı
müderris bir Osmanlı askeri olan Ahmet Fevzi Efendinin İmam-ı Azam ve Ehl-i
beyt
 hakkında yukarıdaki ifadeleri ne kadar muhteşem! Günümüz İslam
alimi geçinen reformist din adamları bu yazılardan ibret almalıdırlar!..

Kaynak:
Çanakkale Cephesinde Bir Müderris – Abdullah Fevzi Efendi

Yayını hazırlayan: Prof. Ali
Osman Koçkuzu

İlgili Gönderiler

1 / 48