Kültürümüz

Avrupa’daki Türkiye

resim
*Sir Charles Eliot
1893-1898 yılları arasında İngiltere elçiliğinde sekreter olarak çalışan Sir Charles Eliot, “Turkey in Europe” adını verdiği eserinden bazı bölümleri, özet olarak aşağıdadır.
Kitabın mütercimleri Adnan Sınar ve Şevket Serdar Türet, önsözde diyorlar ki; 
 
Sir Charles Eliot, “Türkler tarihte yine mühim roller oynayacaktır.” şeklindeki hükmüyle, istikbali görebilir bir kimse olduğunu göstermiştir. Eserinde Türk askerini ve Osmanlı İmparatorluğunu açıkça öven yazar, diğer birtakım hakikatleri belirtmekten de geri kalmamaktadır. Eliot’un “Osmanlıca ile bir kimse Azerbaycan dilini rahatça anlayabilir.” tarzındaki ifadesi yalnız bir hakikatin ifadesinden ibaret olmayıp, Türklük dünyası için bugün de geçerli bir hükümdür.” 
Türkler şimdi kuvvetlerinden biraz kaybetmişlerdir. Ama gene de güçlü bir imparatorluk sayılırlar. Türkler ve Türkiye, tarihte gene mühim roller oynayacaklardır. Anadolu’da ve Avrupa’daki Türkiye’de gördüğümüz Türk milletinde bu güç fazlasıyla mevcuttur.
İstanbul’daki idareci sınıf, dünyanın en karışık insan topluluklarından biridir. Gerçek bir Türk, Anadolu’da aranmalıdır. Bir Türk köyünde bir gece geçirenler bile, Türk köylüsünün eşsiz vasıflarını görünce çok şaşırırlar. Türkler naziktir, yumuşak huyludur. Her Türk biraz aristokrattır. Gürültücü askerlerin ve çobanların davranışlarını bir yabancı, bütün bu insanların sosyal bakımdan kendisinden aşağı olduğunu asla anlayamaz.
Türklerin diğer mühim bir hususiyeti de misafirperverlikleridir; kendilerine para teklif edilince asla kabul etmezler. Kendilerine para vermek isteyenlere “Ben hancı değilim” derler. Doğulu bir Hıristiyan’ın misafirini büyük bir sevgi ve saygıyla karşıladıktan sonra eline yüklü bir hesap pusulası tutuşturduğunu düşünüyorum da, Türklerin bu hususiyeti gerçekten takdire değer. Taşrada yaşayan bir Türk, doğruluk ve dürüstlük sembolüdür. Bir Türk, size bir söz verdiği zaman, onu tutacağından emin olabilirsiniz.
Türklerin burada yeri gelmişken belirtilmesi gereken bir diğer hususiyetleri de, meşguliyetlerinin sayıca çok az olmasıdır. Bir bakıma böyle bir cümle bile yanlıştır. Çünkü Türklerin Avrupaî manada ilgilendikleri, meşgul oldukları bir tek şey dahi yoktur. Türk, günlük ihtiyacı dışındaki şeylerle pek alakalanmaz, böyle konular üzerinde düşünmek bile istemez. İslam’ın, bir insanın bütün bildiğini veya bilmesi gerekeni verdiğini düşündüğünden, merak ihtiyacını dinle doyurur.
Osmanlı ırkını büyük bir millet yapan, ilk defa Çin tarihçilerinin farkettikleri, şimdi de hepimizin şahit olduğu hususiyetlerinden en önde geleni, onların doğuştan gelen disiplinleridir. Eğer bu hususiyetleri olmasaydı Türkler, Sibirya’daki Tunguslar gibi karanlık bir devlet olarak kalacaklardı. Sallantıda bulunan Osmanlı imparatorluğunu ayakta tutan temel, disiplindir. Türklerin bu disiplini, yarı aç, yarı tok, yarı giyinik yarı çıplak askerlerini her türlü yoksulluğa katlandırır. Bu disiplin, subayların düzensiz kalmalarını önler. Başka bir ülkede aynı durum olsaydı, subayların düzensizliği asla önlenemezdi. Müslüman köylüler arasında isyan gibi hareketler görülmez, hatta şikâyet etmek bile enderdir. Mukaddes bir savaş açıldığı zaman aynı köylü, kendini savunmak için canını ortaya koyar.
Birçok kişi Makedonya’nın Türk boyunduruğu altında inlediğini söyler. Ama ne tuhaftır ki vilayetteki Hıristiyan halk hiçbir zaman Yunanlıları desteklememiştir. Söylendiği gibi Makedonyalılar Türk idaresinden hoşnut olmasalardı, Helenler İslavlarla birleşselerdi Türkler çok zor bir durumda kalırlardı. Fakat böyle bir birleşme olmadı. Hıristiyanların birbirlerine olan düşmanlıkları, Türklere olan düşmanlıklarından daha fazlaydı. Savaştan sonra Teselya’da yaşayan Rumenler yaşadıkları bölgenin bir Türk vilayeti olarak kalması için Avrupa devletlerine ricada bulundular.
Osmanlı İmparatorluğu’nun, benzeri olmayan bir refah içinde olduğunu kolaylıkla ispatlayabiliriz. Ülkede can ve mal güvenliği vardır, hürriyet alabildiğine geniş olup herkese her türlü tolerans tanınmaktadır. Türk denince aklımıza, Bursa’daki muhteşem bahçeler, göklere yükselen minareleriyle camiler, ağzından gürül gürül sular akan çeşmeler gelir. Ermeni denince aklımıza, Asya’nın çıplak yaylaları, kayalar içine oyulmuş kale biçiminde yapılar ve yeraltında inşa edilmiş karanlık, nemli evler yahut ahırlar gelir.
Müslümanlık Orta Asya’ya, İran’ı fethettikten sonra Buhara ve Fergana’ya girmiş olan Araplar tarafından 8.  yüzyılın başında tanıtılmıştır. Budizm ve diğer dinlerin yerini almış, şimdi Kaşgar’ın batısında oturan bütün Türkler ile uzak doğuda Sibirya ve Çin’deki bir kısım Türkler’in dini olmuştur. Müslümanlığın Doğu Avrupa’ya getirilişinin ve Hindistan’a yayılışının sebebi Türklerdir.
Kaynak: Avrupa’daki Türkiye (Sir Charles Eliot) – (Tercüman 1001 Temel Eser)

İlgili Gönderiler

1 / 62