Uygur Türkleri’nin Bugünkü Durumu
oğu Türkistan’a yaptığımız seyahatin ardından, gözlemlerimize dayanarak şunu söyleyebilirim ki, komünizm öncesi ve sonrasındaki farklı Çin yönetimlerinin bütün asimilasyon politikalarına rağmen, Uygur Türkleri ve diğer Müslüman gruplar kendi İslami kimliklerini halen koruyorlar. Özellikle Kaşgar şehrinin nüfusunun yüzde 95’inin müslüman Uygurlardan oluştuğu ve burada çok daha geleneksel bir Türk-İslam kültürü canlı bir şekilde yaşanıyor. Bölgede yaşayan Tacikler dışındaki bütün İslami gruplar Hanefi Mezhebine göre ibadet ediyorlar.
Türkçenin ilk sözlüğü olan Divanü Lügat-it Türk Kaşgarlı Mahmud (yerli halk Mahmud-ı Kaşgari diyor) tarafından burada yazılmış.
Dini Eğitim Devletin Kontrolünde
Urumçi’de lise sonrasında beş yıllık bir eğitim veren ve camilerin imam ihtiyacını karşılamayı amaçlayan Çin’in tek Yüksek İslam Enstitüsü var. Bizim heyeti de oraya götürdüler. Görkemli bir binası, camisi ve yurtları var. Her yıl imtihanla 40 kişi alıyorlarmış. Yatılı eğitim yapılıyor. Eğitim dili Uygurca. Arapça, tefsir, hadis, fıkıh ve İslam tarihinin yanında, derslerin yüzde 30’ u da kültür ağırlıklı veriliyormuş. 1987’de açılan Enstitüden şimdiye kadar 600 civarında öğrenci mezun olmuş. Enstitüde ayrıca orta büyüklükte bir İslami eserler kütüphanesi de var.
Ders veren hocaların önemli bir kısmı Mısır’da El Ezher’de eğitim görmüşler. Uygurca yazılmış tefsirler, Buhari ve Müslim gibi temel hadis kitaplarının tercümeleri ile Gazali’nin İhyası da var.
Ateizmi savunan komünizmin kontrolü altında böyle bir kurumun açılmasının iki sebebi olsa gerek:
Birincisi; Otoriter her rejim gibi Çin de Uygur halkının devlete yönelik bağlılığını, sadakatini kazanmak için Müslüman halkın dini ihtiyaçlarını karşılıyor görüntüsü vermek istiyor.
İkincisi; Camileri kapatamadığına ve halkın dini inançlarını yok edemediğine göre, dini liderlerin yurtdışında eğitilmesindense kendi kontrolü altında ve resmi bir program dahilinde imam yetiştirilmesini sağlamak.
Çin din kontrollü din eğitimini bir anlamda radikalizmle mücadele etmenin bir yolu olarak görüyor.
Kültürel Kimliklerin Muhafazasında İki Önemli Unsur: Dil ve Din
Bugünkü Uygurların kültürel kimliklerini yaşatan iki unsurdan biri dil, diğeri ise din. Yakın döneme kadar okullardaki zorunlu eğitim Uygurca ve Çince yapılırken, iki yıl önce Uygurca kaldırılmış ve eğitim dili tamamen Çinceye dönmüş. Uygur Türkleri en çok bu uygulamadan dolayı muzdaripler. 5 Temmuz 2009 isyanının altında biraz da bu yasak yatıyor.
Aslında Urumçi hava alanından itibaren bütün sokak tabelaları ve resmi binalardaki yazılar hem Uygurca hem de Çince yazılıyor. Pekinden Urumçi’ye giden Çin uçağında servis edilen yemeklerin üzerine “helal” damgası vurulmuştu.
İlginçtir, Uygurca bizim Osmanlıca gibi Arap harfleriyle yazılıyor. Biraz Osmanlıca bilen için okumak çok zor değil. Ancak okullarda Çinceye dönülmüş olması, uzun dönemde bu dili okuyup-yazabilenlerin sayısını giderek azaltacaktır.
Dilin zayıflaması sebebiyle, şimdi geriye kimliğin ana taşıyıcısı olarak yalnızca din kalıyor. Konuştuğumuz bazı Uygurlar geçen yılki olaylardan sonra halkın kendi dinlerini ve dillerini yeniden gizli gizli öğrenmeye başladıklarını; özellikle gençler arasında bir öze dönüş başladığını söylüyorlar. Trajik olayları bu anlamda bir rahmet olarak görenler de var.
Bütün Yayınlara Sansür
Bu arada halen Uygurca yayın yapan TV’ler ve günlük gazeteler de var. Ama elbette ki, bütün bu yayınlar tamamen Çin yönetiminin kontrolü altında yapılıyor ve daha çok propaganda amaçlı.
Özgür basın ve hatta internet mümkün değil. İngilizce veya Türkiye Türkçesi ile yayın yapan internet sitelerine ulaşım tamamen engelli. Bu sebeple halkın dünya ile bağları tamamen zayıflamış durumda.
Komünist rejim her anlamda bilgi ve haber tekeli kurmuş durumda. Biz yalnızca bölgenin başkenti Urumçi’yi ziyaret edebildik.
Tıpkı Anadolu Gibi
Halkın yüzde 80’ini Müslüman olan, 2 milyon nüfuslu şehirdeki her mahallede camiler var ve namaz kılınıyor. Kalem gibi minareleri göğe uzanan Camiler tam bir sanat ve estetik abidesi eserler olarak, şehirdeki çok katlı modern yapılaşmaya inat şehrin İslam kimliğinin tezahürleri olarak dimdik ayakta duruyor.
Bizim Cuma namazı kıldığımız şehir merkezindeki, çifte minareli Noyan Camisi (Çinliler Yang Hang mescidi diyorlar), namaz vaktinde tıklım tıklım doluydu. Cemaat son derece bilinçli ve samimi bir şekilde ibadete gelmişti. Türk masallarında anlatılan “Ak Sakallı” bilgeleri andıran Müslüman Uygur Kocalarını görmek ilginç bir tecrübeydi doğrusu. Bizim herhangi bir Anadolu şehrindekini andırır şekilde cami avlusu bile dolmuştu.
Türkiye’den geldiğimizi duyduklarında ise gözlerinin içleri gülüyordu. Ama pek çoğu açıktan konuşmaya da çekiniyorlardı. Konuştuğumuz bazı Uygurlar, devlet memuru olan Türklerin veya maaşını devletten alan kişilerin camiye gidip gelmesinin yasak olduğunu; bu tür kişilerin işlerini kaybetme riski taşıdıklarını söylediler.
Uygur Türkleri’nin Türkiye’de Tanıdığı İki İsim
Uygur halkın Türkiye’ye ait tanıdıkları iki isim var: Başbakan Tayyip Erdoğan ve Polat Alemdar. Erdoğan’ın 5 Temmuz’da Urumçi’deki olaylar sırasında Çin hükümetine yönelik eleştirisi ve Filistin konusundaki çıkışları dünyanın her yerinde olduğu gibi buradaki halkın kalbini de fethetmiş.
İlginç olan tabîiki “Polat abinin” de tanınması. Şehrin meşhur kapalı çarşısındaki esnaf “Kurtlar Vadisi” CD’leri getirip getirmediğimizi soruyorlar. Sokaklarda bile Vadinin çekme CD’leri satılıyor. Sebebi herhalde dünyaya meydan okuyan Polat Alemdar’ın çizdiği kurtarıcı kahraman portresinin bu bölgedeki halkta heyecan ve ümit olsa gerektir.
Prof. Dr. Birol Akgün