ünlük gazeteleri, haftalık ve aylık dergileri, şiir ve roman türünden eserleri okurken, yer yer gözlerimiz ve düşüncelerimiz okuduğumuz satırlar arasında takılıp kalarak, o satırların fikir yapışma girmeyi güçleştiren dil düğümünü çözmeye çalışıyor. O düğüm, son yıllarda bir kısım yazar ve aydınımızı etki alanına çekmiş olan “öztürkçecilik” tutkusu, çalışmalarındaki “yanlışlık ve aşırılık” temayülüdür.
Bunlar boyunbağı yerine kravat, atkı yerine kaşkol, fesrengi, vişneçürüğü yerine bordo demekte bir mahzur görmezler. Ancak, dilde yüzyıllardır yerleşmiş, geçirdikleri şekil ve anlam değişmeleri ile artık Türkçenin benliğine sinerek yerli malı olmuş Doğu kaynaklı birçok kelimeyi kaldırıp atarak, Türkçeyi, Türkçeye yabancı bir kılığa sokmaktan çekinmezler.
Eser diyemezsiniz, ille de yapıt diyeceksiniz. Ta’ziye için başsağlığı dileyemezsiniz başsağı dileyeceksiniz. İbret yoktur ögrenek vardır. Akitleşmek için bağlantı yapamazsınız, uygun düşeni bağıt tır. Hele hele bağlantı yerine bağıntı yazmazsanız kişiliğinizdeki “devrimcilik” ve “ilericilik” damgası siliniverir.
Bunlar dilin, insan duygu ve düşüncesinin anlamlı seslere dönüşmüş bir kalıbı, fikir, dünyamızın dışa çevrilmiş bir aynası olduğunun, dil ile düşüncenin içice girmiş bulunduğunun, dildeki aksaklıkların düşünce dünyamızı da karartacağının şuurunda mıdırlar bilemiyorum. Belki evet, belki hayır! Kendilerine sorarsanız derler ki:
“Özleştirmecilik” Türkçenin yapı ve söyleyiş bakımından kendi öz değerlerine yönelmesidir. Halkın dilinde yaşadığı halde asırlarca yazı dilinin sınırlarından içeriye sokulmamış olan ‘sözcük’lerimizin benimsenmesidir. Dilimizin geçmişinden bugününe, bugününden yarınına daha iyi bir gelecek yapma çabasıdır. Bütün bunlar bir ana dile olan sevgi ve bağlılığın işaretleri değil midir?”
Hemen, belirtelim ki, yukarıda görüşlerin hiç birine karşı değiliz. Eğer dilin tarihi gelişme şartlan gerektiriyorsa, üstün vasıflı bir kültür dili yapabilme azminde olan bir milletin kendi diline sahip çıkmasından daha tabiî bir şey de düşünülemez.
Aslında alan, aydın, doruk, kavram, tutarlı, tutarsız, tartışma gibi her yönü İle Türkçe olan birçok kelimeye kucak açmış olmamız da bu gerekçeye dayanmaktadır. Ancak, İş bu kadarla bitmiyor. Madalyonun öteki yüzünü çevirip baktığımızda, dilcilik adına bilgisizlik ve yetersizliğin, Türkçe sevgisi adına sorumsuzluğun, dile sahip çıkma adına dili tırpanlamanın, “öztürkçecilik” adına kavram kargaşasının ve anlam bozulmasının iç karartıcı örnekleri ile karşılaşıyoruz:
İşte size betim (tasvir) düşün (fikir) imge (hayal), azışık (şiddetli) özdeksel, tensel (maddi), yadsımak (inkâr etmek) ekin (kültür); dizisel ve çağrımsal bağıntılar gibi birkaç türetim ve kullanış garibesi daha.
Her ne kadar bunların görünüşleri Türkçeye benzemekte ise de, gerçekte Türkçenin yapı ve işleyişine ters düşen uydurmacalardır. Halk bunların hiçbirisini ne kullanır, ne de anlar. Bunlarla dil kendi öz değerlerine yönelmek şöyle dursun, öz değerlerinden saptırılmakta, halkın dili ile aydınların dili, geçmişin dili ile geleceğin dili arasında yeni bir uçurum konulmaktadır.
Ekin tarlasında bitmiş yabani otlara benzeyen bu asalak kelime ve şekiller, dilimizi bir yandan bulanıklığa ye anlaşılmazlığa sürüklerken bir yandan da fikir dünyamızla olan bağlantıları koparmış, ifade gücünü kısırlaştırmağa başlamıştır. Bundan daha acı olanı da bugüne kadar daha çok meslekten olmayan dilciler ve dilseverler eliyle yürütülegelen “öztürkçeleştirme” çalışmalarına gönülleri anadil sevgisi ile dolu yazarlarımızın, aydınlarımızın, yeni yetişen gençlerimizin de sorumsuzca kapılmış olmalarıdır. Çünkü, sevgi tek başına yeterli değildir. Buna dil şuurunu ve sorumluluk duygusunu da katmak gerekir.
“Özleştirmecilik” diye yapılan densizlikler ancak sorumluluk duygusunun süzgecinden geçirilerek engellenebilir. Aksi halde, gençlerimizin topluma ve kendi kültür değerlerine yabancılaşma tehlikesi gibi, bir gün Türk dilinin de rayından çıkarak kendi kendine yabancılaşması ile karşılaşabiliriz.
Prof. Dr. Zeynep Korkmaz