zunca bir süreden beri, beddua, dilime yeniden bulaştı. Şimdi her gün, hem de beş-on defa, içimden beddua ediyorum. Bedduam, “yoğun” kelimesine! Çünkü ben, artık bu yoğun kelimesinden iğreniyorum. Ondan nefret ediyorum. Onu çekilmez buluyorum; Halbuki yoğun Türkçe bir kelime. Üstelik yerinde kullanıldığı zaman güzel de bir kelime. Onun kırk ayrı kelime veya tamlama yerine kullanılması, cinlerimi başıma topluyor.
Yoğunla başlayan, yoğunla devam eden, yoğunla biten cümleler dinledikçe ve okudukça, içimden:
“Allah belanı versin senin ey yoğun!” demekten kendimi alamıyorum.
Türkçe sözlükte yoğun: “Hacmine oranla ağırlığı çok olan, kesif, koyu, ağır, kalın,” diye açıklanıyor.
Azerbaycan Türkçesinde yoğun: “kaba-yontulmamış, kalın, şişman, dolgun etli, edepsiz” mânâsında bir kelime.
Kazaklar, Başkurtlar, Tatarlar, “yoğun” yerine “tığız” kelimesini kullanıyorlar. Özbekler “kalın”, Uygurlar “kelin” Türkmenler ise “dikiz” diyorlar. Anlaşılıyor ki “tığız” ve “dikiz”, bizim Türkçemizdeki “tıkız-tıknaz” kelimelerinin özbeöz anneleri ve babalarıdırlar.
Bu soy birliğine elbette seviniyorum. Beni öfkelendiren, yoğun kelimesinin, olay kelimesi gibi, bir maymuncuk haline getirilmesidir. Dil zenginliğimizi bozmasıdır. Olur-olmaz yerde kullanılmasıdır. Gözü kanlı bir katil gibi etrafına saldırıp durmasıdır!
Radyolarımızı dinlerken -izlerken değil-,
televizyonlarımızı seyrederken-izlerken değil,
gazetelerimizi, dergilerimizi -okurken -izlerken değil- bu tıknaz, bu katil, bu kaba, bu edepsiz kelime iki de bir karşıma dikiliyor. Dikkatimi çekiyor ve doğrusu beni çok rahatsız ediyor.
Meselâ eskiden biz: “işlerim çok” derdik.
“Zamanımız yok! İşten başımı kaldıramıyorum! İş iş üstüne” gibi kırk ayrı güzellikle sızlanırdık. Şimdi tek kelimeyle kestirip atıyoruz: “İşlerim yoğun!”
Eskiden, “Büyük aşklardan” bahsedilirdi. Şimdi: ”Yoğun aşklardan geçilmiyor!”
Eskiden, başbakanımız bir yere gittimi “sürekli alkışlarla” karşılanır, uğurlanırdı! Şimdi: “yoğun alkışlarla” karşılanıyorlar. Eskiden, bir radyo veya televizyon programına dinleyicilerin, seyircilerin ilgileri “artarak devam ederdi”. Şimdi “yoğunlaşarak sürüyor!”
Eskiden: “dinmeyen yağmurlar yüzünden”, büyük facilar yaşadığımız olurdu. Şimdi “yoğun yağmurlar sele neden oluyorlar”.
Benim için bu “neden” kelimesiyle “yoğun” kelimesi kezzap gibi iki kelime. Marifetleri, zevksizlikten, çirkinlikten ibaret:
“Neden ekmeğime sebep oluyorsun?” cümlesindeki güzelliği çirkinleştirmek istiyorsanız: “Neden ekmeğime neden oluyorsun?” demeniz kâfi.
Eskiden “Trafik sıkışıklığı yüzünden yollar kilitlenirdi”.Şimdi “yoğun bir trafik İstanbul’u felç ediyoooo!”
Eskiden bayramlarda, seyranlarda ordu geçerken duygulanırdık, heyecanlanırdık, coşardık. Ne olduysa ve neden olduysa, şimdi aynı törenleri: “Yoğun bir coşkuyla izliyoruz!”
Eskiden, trafik kazasında ölenlerin yakınları dayanılmaz acılarla sarsılırlardı. Şimdi “Yaşamlarını yitirenlerin yakınları yoğun acılar duyumsuyorlar!”
Eskiden sevinç duyardık, şaşırırdık, yüreğimiz kabarırdı, korkardık… Şimdi öğreniyoruz ki: “Beşiktaşlı Alpay oğlunu yoğunlaşan bir yürekle” kucaklamıştır.
Eskiden sabah kahvaltımızı zengin sofralarda yapardık. Şimdi beslenme uzmanlarımız bize, “yoğun yemekli bir sofra öneriyorlar.”
Başka örnekler vermeye yerim müsait değil.
Türkçe zevkinden mahrum kimseler yüzünden, içimiz dışımız yoğun kelimesiyle yoğunlaştı. Sizi bilmem ama, artık ben, bu tıknaz, bu katil suratlı kelimeyle nerede karşılaşsam, içimden:
“Allah senin belanı versin ey yoğun!” diye beddua ediyorum!
Yavuz Bülent Bâkiler