Türkistan

İslami Tefekkür Merkezi: Mâverâünnehir

İ

slâmiyet’in kutsal kitâbı
Kur’ân-ı kerîm niçin 23 senede vahyedildi? Kur’ân-ı kerîm’in kadim olan aslı
Levh-i Mahfuz’dadır; oradan önce Beytü’l-‘izze denen makama topluca
indirilmiştir. Bu hadiseye “inzal”
denilmiştir. Oradan da parça parça Hazreti Cebrail vasıtasıyla da vahiy yoluyla
Efendimize gönderilmiştir ki buna da “tenzil”
denilmiştir.

İnsanlar büyük bir değişime hemen
intibak edemeyebilirler. Bu yüzden de kitabımız insanların uyum
sağlayabilmeleri için Rabb’imizin merhametiyle zamana yayılmıştır. Bu emirler
ve yasaklarla ve meydana gelen hukuk sistemiyle yeni bir dünya düzeninin
oluşması demekti.

Bir bölgeye inen İslâmiyet kısa
sürede kıtalar aştı ve cihanşümul bir din oldu. Dinin kitabıyla yeni gelen
sistemin değişik departmanları da meydana geldi. Bu meyanda sıkça söylenen şu
kelam çok meşhur oldu: “Kur’ân-ı kerîm
Mekke ve Medine’de nazil oldu, Mısır’da okundu, İstanbul’da yazıldı.”
Sonra
buna bir ilave daha yapıldı: “Kitâbımız
Mâverâünnehir’de düşünüldü; tefekkür edildi.”

Yâni, Kur’ân-ı kerîm ve
İslamiyet’in kalbi Mekke; ruhu Medine; ağzı ve sadası Mısır; kalemi ve eli
İstanbul; beyni ve tefekkür merkezi Mâverâünnehir oldu.

Tefekkür varsa ilme dayalı
olmalıydı. Bu da medreseler yoluyla olabilirdi. Aslında başlangıçta “medrese” kelimesi kullanılmadı. Bu
adla ilk eğitim kurumu 10. asırda Karahanlılar döneminde vukû bulmuştur. İslâm
tarihçileri medresenin ilk kurucusunun Nizamü’l-mülk olduğunu söylerler.

Aslında daha önce Gazneli Mahmûd
ve kardeşi Nâsır b. Sebüktekin 1033’te Nişâbur’da bir medrese yaptırmışlardı.
Yine burada Şâfiî fakihi El-Neysabûrî için de bir medrese yapılmıştı. Öbür
yandan Ebû Aliyyü’l-Müseynî 11. yy.da fıkıh kürsüsüne dayalı “El-Medresetü’l-ehliyye” adıyla
medreseler kurdu. Bu arada Şiîler de Dârü’l-ilimler adıyla medreseler inşa
ettiler. Medreselerin kuruluşunda Sünnî akaidin kuvvetlendirilmesi esas
alınmıştır.

Selçuklularda Nizâmiye
Medresesi’nin ilk müderrisi Ebû İshak Şîrâzî’dir. Bu medresede büyük âlim
Teftazânî de müderrislik yapmıştır.

Nizâmü’l-mülk, Belh, Nişâbur,
Herat, Isfahan, Rey, Musul ve Horasan’da medreseler kurmuş ve bu medreseler
sâyesinde Fâtımî-Bâtınî fitnesine rağmen Sünnî akâid zamânımıza kadar
gelmiştir. Bu devrin en önemli olayı, müderrislere devlet eliyle maaş
bağlanarak korunmaları ve itibar sağlanmasıdır.

Türk Atabeyi Nûreddîn Zengî
Şam’da Hanefîler için bir medrese açarken, mezhepteki saliklerin ekseriyetine
binaen Şam’da Salâhiyye, Nâsıriyye, Âdiliyye ve Kellâse medreselerini açmıştır.

Türkistan’da da medreseler
kurulmuş, Emîr Timur özellikle Semerkand’da büyük ilim yuvaları yaptırmıştır.
Timur’un torunu Uluğ Bey’in kurduğu medreselerde yetişen Ali Kuşçu ve Kâdîzâde
Rûmî gibi âlimler, Osmanlı medreselerinde de büyük ilim adamları yetiştirdiler.

 

Mâverâünnehir

Seyhun ve Ceyhun Mâverâünnehir’i oluşturan iki
nehirdir. Bu târihî bölgede bugün, Özbekistan, Karakalpakistan’ın bir kısmı
Tâcikistan, Kırgızistan’ın güney kısmı, Kızılkum Çölü ile Kazakistan’ın bir
kısmını içine almaktadır. Bölgede ilk Türk devleti Asya Hun İmparatorluğudur ve
başkenti Ötüken’dir. Ayrıca bu bölgede Göktürk İmparatorluğu, Uygur
İmparatorluğu, Karahanlı Devleti, Gazneli Devleti, Büyük Selçuklu Devleti,
Timur İmparatorluğu, Çağatay Hanlığı, Şeybânîler ve Sâmânîler -bu bölgenin tek
Îran devleti- hüküm sürmüştür.

Mâverâünnehir başlangıçta eski
Türk ana yurdunun güneyinde kalan bir beldeydi. Türklerin kuzeyde Sir Deryâ’yı
aşıp ne zaman aşıp bu bölgeye geldikleri tam olarak bilinmiyor. Burası önce
Ârîlerin ülkelerinden biriydi; Tûran’a değil, İran’a Aitti. İlk defa MÖ 200
yıllarında Türk hâkimiyetine girdi, ama hâlâ İranlılar burada oturuyordu.
Göktürklerden sonra Karahanlılar burada kesin hâkimiyet kurdular. 12. asırdan
itibaren burası kesin Türk hâkimiyetine girdi.

Bu bölgede Silsile-i aliyye’nin
büyüklerinden yetişen mübârek zatlar şunlardır: Ebu’l-Hasen Harkânî, Ebû Alî
Farmedî, Yûsuf-ı Hemedânî, Abdülhâlık Goncdüvânî, Ârif-i Rivegerî, Alî
Râmitenî, Muhammed Baba Semmâsî, Seyyid Emîr Külâl (Gilal), Behâeddîn-i Buhârî,
Alâüddîn-i Attâr, Yakûb-ı Çerhî, Ubeydullâh-i Ahrâr, Muhammed Zâhid, Dervîş
Muhammed Hâcegî, Muhammed Bâkî Billâh (rahmetullâhî teâlâ aleyhim ecmaîn).

Buhara,
Mübârek Belde

Mübarek bir Türk yurdu olan
Buhara önceleri, Akhunlar, Göktürkler ve Türgişlerin himayesinde kalmıştı;
İslâmiyet’in en mühim merkezlerinden biridir. Kur’ân-ı kerîmden sonra İslâm
dünyasında en muteber kitap olarak gösterilen Sahîh-î Buhârî’nin ki esas adı
Hacer el Askalânî’ye göre
“el-Câmi’ü’-l-Müsnedü’s-sahîhü’l-Muhtasar Min Umûri Resûlillâh sallallâhü
aleyhi vesellem”
dir. Efendimizin mübarek sözlerinin muhtevası olan Sahîh-i
Buhârî’nin müellifi İmâm-ı Buhârî’de bu bölgedendir. Sahîh’deki hadîs-i şerif
sayısı 7 bin 124 olup 16 yılda tamamlanmıştır.

Ehl-i sünnetin göz bebeklerinden
bir diğeri itikat imamlarından olan İmâm-ı Mâturîdî de Özbekistan’ın Semerkand
şehrinde 854’te tevellüd ve 944’te vefat buyurmuşlardır.

Buhara’nın bir diğer göz bebeği
Şâh-ı Nakşîbend hazretleridir. Büyük mutasavvıf Muhammed Baba Semmâsî ve Emir
Külâl hazretlerinin talebesidir. Bu zât-ı şerîf de Buhara’da tevellüt edip
Özbekistan’da vefat buyurmuşlardır.

Saka Türklerinin kahramanı Alp Er
Tunga bu kentte uzun süre ikamet etmiş ve rivayetlere göre mezarı da buradadır.

Kuteybe Bin Müslim

Kaamûsu’l-A’lâmda Kuteybe için
şöyle der: “El-emîr, meşâhîr-i guzzât-ı İslâmdan (İslâm’ın meşhûr gâzilerinden
), Kendisi cessur ve gayûr bir zât olmağla Harezm, Mâverâünnehir, Buhâra,
Semerkand ve Fergana’yı Memâlik-i İslâmiyyeye zammetmiştir (katmıştır).”

Kuteybe Buhâra’yı fethettikten
sonra, İslâmiyet’in yayılması için geceli gündüzlü çalıştı. Buhara’ya birçok
mescid yaptırdıktan sonra 712 yılında kale içinde bulunan puthanenin yerine
büyük bir mescid yaptırdı.

Kutlu Yolbaşcı Ahmed Yesevî

Bu bölgeye İslâm orduları ilk
defa Hazreti Muaviye döneminde Ubeydullâh bin Ziyâd komutasında geldiler. Sonra
Kuteybe b. Müslim daha sonra Saîd b. Osman b. Affân komutasında gelen İslâm
orduları Buhâra ve çevresini İslâm’a açtılar. Sahâbe-i kirâmdan Bedir Savaşı’nda
Efendimizin verdiği hurma dalı ile savaşan mübârek Ukâşe b. Mıhsan Türkistan’a
giderek tebliğde bulunan büyük mücâhiddir. Bu hâdise Türkistan’da Ukaş Ata
efsânesi ile meşhurdur.

Türkistan’ın Mâverâünnehir’in,
Anadolu’nun Müslüman oluşunda rehberlik eden Ahmed Yesevi, Kazakistan’ın Sayram
şehrinde doğmuştur. Kendisinin bir gönül erbabı olması hasebiyle insanlara
yaklaşımı ve tebliğ son derece mülâyemetle olmuştur. Zaten tasavvuf ve
tarikatler bu hakiketten yola çıkıyordu.

İnsanlar bir konuda yanılıyorlar.
“İslâmiyet hoşgörü dînidir, kimseyi
zorlamaz; Hazreti Mevlâna, Yunus Emre insanlara hiç sertlik göstermeden
mülayemetle yaklaştı”
diyorlar. Bu sözün bir yanı doğru, bir yanı
yanlıştır. Elbette bir Müslüman halim-selim, mütebessim, sabırlı ve cömert
olur. Fakat dinimizin emirlerini açıkça aşağılayana hoşgörülü olunmaz. Amelde
kusuru olana elbette sertlik uygun değildir. Küfründe şiddet ve saldırganlık
gösterene Fetih suresi 29. ayet-i kerimede atıf nettir: “Onunla berâber olanlar kâfirlere karşı şiddetli, kendi aralarında
merhametlidirler.”

Her sene UNESCO ödülleri,
anmalar, hümanist ve insancıl yâveleriyle mübârek İslam âlim ve sûfilerini
bambaşka bir mecrâda göstermek istiyorlar. Bu gafiller niçin müctehid İmâmları,
İmâm-ı Gâzâli ve İmâm-ı Rabbânî hazretlerini anmazlar?

Ahmed Yesevî veyâ daha bilinen
adıyla Pîr-i Türkistan Hâce Ahmed Yesevî kaynak olarak çok feyizli bir koldan
yetişti. Şeyhi ve hocası Yûsuf-ı Hemedânî hazretleridir. Bu kol İmâmı Azam
tarikını takip etmiştir.

Yûsuf-ı Hemedânî (Ebû Ya’kûb Yûsuf
bin Eyyûb Hamdân). Bu zât Hâce Ahmed ve Abdülhâlık Goncdüvânî’nin hocasıdır.

Diyeceğimiz odur ki bugün Türk
dünyâsı Müslümansa ve Türklüğünün farkına varmışsa bu zâta çok şey borçludur.
Onun açtığı yoldan giden Türk dünyası, özellikle Özbekistan, Kazakistan,
Türkmenistan, sinelerinde barındırdıkları Silsile-i aliyye cevherlerinin
farkına varıp, eski Sovyet Rusya’nın kültür kalıntılarından tamamen arınınca,
Türkiye büyüyüp Turan olacak. O nurlu günlerin özlemiyle o zaman Altay Dağları
Cebel-i Nûr’u selâmlayacak ve işte o zaman “Rehber
Ku’ân hedef Tûrân”
olacak.

 

İlgili Gönderiler

1 / 63