O
kul sıralarında iken, tarih kitapları ve hocalarımız Sultan Abdülhamid’i “Kızıl Sultan” diye adlandırıp; aydınları denize attırdığını, sürgüne yolladığını, hür düşünceye izin vermediğini, memleketi casuslarla (hafiyeler) doldurduğunu, sarayında süt banyosu yaparak cariyeleriyle gün geçirdiğini, her şeyden korkan, evhamlı bir padişah olduğunu anlatıp, yazdıkları halde, onun zamanını yaşamış yaşlılar bütün bunların tam tersini, Sultan Abdülhamid Han zamanının tam anlamıyla altın devir olduğunu söylemişlerdi. Bize anlatılan ve yazılanların gerçeklere tamamiyle aykırı olduğunu da belirtmişlerdi.
Demokrasi ve hür düşüncenin 1950 de başlaması üzerine tarihin üzerine indirilmiş bu ağır ve karanlık perde yavaş yavaş aralandı. Gerçekler birbiri arkasından gözükmeye başladı. 1955’te Türkiye Büyük Millet Meclisinde, Basın Kanunu hakkında şiddetli tartışmalar yapılıyordu.
Bir yaz günü Ankara’da Prof. Osman Turan ile Özen Kıraathanesinde oturuyorduk. Bir masa ötede Hamdullah Suphi Tanrıöver’in sesini duyan Osman Turan, ona doğru bakınca bizi masasına çağırdı. Gittik. Şuradan buradan konuşulurken söz basın kanunu üzerindeki sert tartışmalara geldi. O sırada mahut gazetelerden birisi, kendi düşüncesine ters düştüğü halde, Sultan Abdulhamid Han lehinde tefrika yayınlıyordu. Söz buraya gelince Hamdullah Subhi Tanrıöver’e,
— Beyefendi! Sultan Abdülhamid Han birinci Osmanlı Mebusan Meclisini kapamamış olsaydı, şimdiye kadar demokraside bir hayIi mesafe almış ve bu günkü sert tartışmalara da yer kalmamış olacaktı, Dedim.
Hamdullah Subhi Tanrıöver büyük bir kızgınlıkla sandalyesinden kalkıp oturduktan sonra:
— Sen! Birinci Osmanlı Mebusan Meclisi’ni bilir misin? Dedi.
Yaşımın bunu bilmeme imkân vermediğini söyleyince:
— Tarih kitaplarında resmini görmedin mi?
— Gördüm. Hani (eliyle tarif ederek) lâhana başlı hocalar ve yanlarında dal fesli (sadece fes sarıksız demek) kişilerin resimlerini gördün mü?
— Evet, gördüm.
— İşte o lâhana başlı hocalar bu memleketin gerçek sahibinin temsilcileri idiler. Fakat bunlar medresenin yetiştirdiği, günün gidişinden, politikanın gerçek yüzünden, hıristiyan mebusların kötü niyetlerinden habersizdiler. Dal fesliler de Rum, Ermeni, Yahudi, Arnavut, Dürzi, Nasturî ve diğer milletlerin temsilcileriydiler. Bunlar Avrupa’da okumuş, politikanın bütün inceliklerini bilen; devleti içinden yıkmak isteyen hainlerdi. Bu şeytanlar o saf ve temiz hocaları çabucak kandırıp arkalarına taktılar.
Memleket çıkarlarına ters düşen, devleti içinden çökertecek hareketlere giriştiler. Eğer Sultan Abdülhamid Han Birinci Mebusan Meclisi’ni dağıtmamış olsaydı, imparatorluk daha o günden dağılmış olacaktı. Buna göre sen ne dersin imparatorluk mu çökmeliydi, yoksa Mebusan Meclisi mi dağılmalıydı? Dedi.
— Şüphesiz meclisin dağılması daha iyidir. Dedim.
— Öyle ise, Sultan Abdülhamid de senin dediğini yaptı. Meclis’i dağıtarak imparatorluğu otuz üç sene daha yaşatmayı başardı. Dedi. Hamdullah Subhi Tanrıöver’in bu sözleri kafamı allak bulak etmiş, çocukluğumda yaşlı halkın söylediklerine hak kazandırmış oluyordu. İsyan edercesine:
— Beyefendi! Öyle ise neden başında bulunduğunuz Maarif Vekilliği Sultan Abdülhamid Han’ı bize kötü tanıttı? Güldü. Derin bir nefes aldı. Eliyle havada bir çizgi yaptıktan sonra:
— Bir inkılap yapılmış, saltanat kaldırılmış, cumhuriyet ilan edilmişti. Politika gereği saltanat ve sultanları kötülemek lazımdı. Biz de öyle yaptık. Dedi.
Sultan Abdülhamid Han’a, Kızıl Sultan lâkabı Anadolu’nun yarısını Ermenistan yapmak isteyen Ermeni komitecilerine engel olmasının sonucu Ermeni yanlısı Fransızlar tarafından takılmış olduğu gibi, İslam ve Türk düşmanı İngiltere başbakanı Gladstone’da ona câni demiştir. Bu adları takanların her birisinin azılı Türk ve İslâm düşmanı oldukları bilindiği halde bu sıfatları kullanan zavallı Türk aydınlarına ne demeli?
Kültür emperyalizmi ile Avrupa’nın düşünce esirliğine düşen zavallı Türk aydınları Sultan Abdülhamid Han’a o kadar düşman kesilmişlerdi ki, 1905 senesinde Ermeni komitecileri Anadolu’da Ermenistan devleti kurulmasına engel gördükleri Sultan Abdülhamid Han’a suikast düzenleyip, Cuma Selâmlığında bomba atmaları üzerine Tevfik Fikret meşhur “Bir lâhzai teahhur” adlı manzumesinde:
“Ey Şanlı avcı, dâmini beyhude kurmadın,
Attın fakat yazık ki, yazıklar ki vurmadın!”
Diyor. Bu ne derin gaflet veya hâinlik. Bombayı atan kim? Ne için atmış? Öldürmek istediği kim? Ve niçin öldürmek istemiş? Öldürülmek istenmesi Türk’ün bin yıllık anayurdu üzerinde bağımsız Ermenistan kurmak isteyenlere engel olması değil mi? Bu nasıl aydınlık?
Mehmet Hocaoğlu