Kültürümüz

Osmanlının Ehl-i Beyt Sevgisi ve Nakibü’l-eşraflık

H

resim

azret-i Hasan’ın çocuklarına ve torunlarına “Şerif’’, Hazret-i Hüseyin’in nesline de “Seyyid” denir. Osmanlı sultanları, seyyid ve şeriflere, başka hiçbir yerde misli görülmeyen bir sevgi ve saygı gösterirlerdi. Onların rahat ve huzur içinde yaşamaları için gereken her türlü hizmeti yaparlardı.
Ehl-i beyt, Peygamber Efendimiz Muhammed aleyhisselamın bütün aile fertlerine denir. Mübarek hanımları, kızı Hazret-i Fatıma ile Hazret-i Ali ve bunların evlatları olan Hazret-i Hasan ve Hazret-i Hüseyin, onların çocukları ve kıyamete kadar gelecek torunlarının hepsine de “Ehl-i beyt” denir. Hatta Peygamberimizin temiz soyunun bağlı olduğu Haşimoğullarına da “Ehl-i beyt” denir. Eshab-ı kiramdan Selman-ı Farisi de Ehl-i beyt’ten sayıldı. Fakat özellikle “Ehl-i beyt” denilince, “Hazret-i Ali, Hazret-i Fatıma ve mübarek iki oğlu Hazret-i Hasan ve Hazret-i Hüseyin” anlaşılır.
Resulullah efendimizin soyu, Hazret-i Fatıma’dan devam etti. Hazret-i Hasan’ın çocuklarına ve torunlarına “Şerif”, Hazret-i Hüseyin’in nesline de “Seyyid” denir. Seyyid ve şerifler halk arasında belli olmaları ve gerekli hürmetin gösterilmesi için yeşil sarık sararlardı. Seyyidlerin başlarına sardığı yeşil sarığa “Emir sarığı” denilirdi. Seyyid ve şerifleri toplumda kontrol eden “Sâdât Çavuşları” vardı. Bunların vazifeleri: Seyyid olmadığı hâlde yeşil sarık saranları tespit edip ve onları bu durumdan menetmekti. Ayrıca, devletin görevlendirdiği “Sâdât  Müfettişleri” de vardı. Bunlar Seyyidler ile ilgili teftiş yaparlardı. Seyyidlerin ellerinde bulundurdukları hüccet belgelerinin (seyyidlik vesikası) doğru olup olmadığını araştırırlardı.
Seyyidlerin bir kısım imtiyazları vardı. Askerlikten, vergiden muaftılar. İhtiyacı olanlar ganimetten aldıkları paydan ayrı, hazineden maaş alırlardı.
Ülkemizde ne yazık ki Nakibü’l-eşraflık teşkilatı ve Sâdât-ı kiram hakkında pek az akademik çalışma ve araştırma yapılmıştır. Bu sahada ilk ciddi çalışmayı Prof. Dr. Murat Sarıcık yaptı ve “Osmanlı İmparatorluğunda Nakibü’l-Eşraflık Müessesesi” ismiyle kitaplaştırıldı. Ayrıca Dr. Ayhan Işık tarafından da “Meşihat Arşivi Belgeleri Işığında Seyyidler ve Nakibü’l-eşraflık Müessesesi” mevzulu bir doktora tezi hazırlandı.
Hadis-i şeriflerde Peygamberimiz buyurdular ki;
“Ehl-i beyti seveni Hak teala sever, buğzedene de buğzeder.’’
“İslam’ın esası, bana ve Ehl-i beytime sevgidir.”
“Allah’ın kitabı ve Ehl-i beytime uyan, hidayette olur, uymayan sapıtır.”
“Ehl-i beytim, Nuh’un gemisi gibidir. Tutunan kurtulur, tutunmayan, boğulur.”

Büyük İslam âlimi, Seyyid Abdülhakîm Arvâsî hazretleri, İstanbul’da yazmış olduğu “Eshâb-ı kirâm” risâlesinde diyor ki:
“Resûlullahın mübarek kızı Hazret-i Fâtıma ile kıyamete kadar çocukları Ehl-i beyttirler. Bunları, asi olsalar da sevmek lâzımdır. Bunları sevmek, kalp ile beden ile ve mal ile yardım, hürmet ve haklarına riayet etmek, iman ile ölmeye sebep olur.”
Türkler Ehl-i Beyte Çok Hürmet Gösteridi 
Tarihte bütün büyük Türk devletleri; Karahanlılar, Timurlular, Selçuklular ve Osmanlı Türkleri, Ehl-i Beyt’e yani seyyid ve şeriflere çok büyük muhabbet ve hürmet gösterdiler, her türlü hizmetlerinde bulundular.
1284’te Selçuklu Sultanı III. Keykubat cennetmekân Osman Gazi’ye mehter ve sancak göndererek Söğüt diyarını kendisine temlik etti. Gönderdiği fermanda ise Seyyidlerle ilgili özetle şu tavsiyelerde bulundu:
“Seyyidlere olan saygı, Sâdâtın risalet şeceresinin meyveleri, nübüvvet deryasının incileri ve Hazret-i Peygamber’in bize bıraktığı iki önemli emanetten biri olmalarından dolayıdır. Yani Peygamber’e hürmet ve tazimden dolayı onlara da hürmet göstermek gerekir.”
Osmanlı Sultanları, ülkelerine gelen seyyid ve şeriflere, başka hiçbir yerde misli görülmeyen bir sevgi ve saygı gösterirlerdi. Onların rahat ve huzur içinde yaşamaları için gereken her türlü hizmeti yaparlardı.
Mesela Başbakanlık Osmanlı Arşivi’nden (Şimdiki adıyla T.C. Cumhurbaşkanlığı Devlet Arşivleri Başkanlığı) bir vesikada Buhara’nın büyük Nakşibendi âlimlerinden Seyyid Emir Gilal hazretlerinin nesebinden Seyyid Abdulvahid Efendi’ye hacca giderken ve hac dönüşü İstanbul’a uğradıklarında padişahın emriyle kendisine ve 12 müridine ihtiyaçlarını karşılamak için Maliye Nezaretinden gerekli tahsisat verildiği kayıt edilmektedir. (BOA. Nr. 21101)
Nakibü’l-eşraf 
Osmanlı Devleti seyyid ve şeriflere hizmet için Nakibü’l-eşraflık teşkilatını kurdu. Bu teşkilatın reisi (Nakib) seyyid ve şeriflerden seçilirdi. Nakibü’l-eşraf; Peygamber Efendimizin torunlarının işlerine bakar, neseplerini kayıt eder, doğumlarını ve vefatlarını deftere geçirir, onları adi işlere ve şanlarına uygun olamayan sanatlara girmekten menederdi. Fena hâllere düşmelerine mâni olur, haklarını korurdu. Ganimetten hisselerini alıp aralarında dağıtırdı. Bu sülaleden olan kadınların dengi olmayanlarıyla evlenmelerini menederdi. Bütün bu vazifeleri dolayısıyla Peygamber Efendimizin torunlarının umumi bir vasisi durumundaydı.
Nakibü’l-eşraflar’a, Padişahlar kıymetli hizmetleri dolayısıyla iltifat ederlerdi. Kendilerine yazılan ferman ve beratlarda makamlarına ve yaptıkları hizmetlerin mahiyetine uygun saygı, hürmet ifadelerini kullanırlardı.
İstanbul Müftülüğünde Meşihat Arşivi’nde toplam 39 adet Nakibü’l eşraf defteri mevcuttur. Bu defterlerde seyyid ve şerifler için düzenlenmiş siyadet hüccetlerinin (seyyidlik vesikası) suretleri kayıtlı bulunmaktadır. Hüccet içerisinde seyyid ve şeriflerin isimlerinin kolay bulunması için üzeri kırmızı çizgi ile çizilmiştir. Bu defterlerde siyadet hüccetlerin yanı sıra alfabetik olarak düzenlenmiş seyyid silsileler de kayıtlıdır.
İstanbul Müftülüğündeki bu defterlerin birincisi Nakibü’l-eşraf Muhterem Efendi’ye aittir. Seyyid Muhterem Taşkendî hazretleri, aslen Türkistanlı olup türbesi Cağaloğlu’nda Yerebatan Sarnıcı yakınındadır.
Seyyid ve Şeriflere Has Mahkeme
Osmanlılar zamanında Suriye’nin Hama şehrinde seyyidler ve şeriflere mahsus bir mahkeme vardı, bütün evlatları orada kayıtlı olup yalancılar seyyidlik iddia edemezdi. Bu mübarek sülaleden doğan çocuklar iki şahit ile hâkim huzurunda tescil edilirdi. Sultan Abdülmecid Han zamanında mason Mustafa Reşid Paşa İngilizlerin emriyle bu mahkemeyi kaldırdı.
Seyyidlere Neden Zekât Verilmezdi? 
Peygamberimiz seyyidlere zekât verilmeyeceğini buyurdu. İslam’da zekât, malın kiri olarak kabul edildiği için bu temiz-pak nesle zekât uygun görülmüyordu; ayrıca İslam hukukuna göre ganimetten gelen mallar beşe bölünür, beşte bir kısmı Ehl-i beyte verilirdi. Ancak, bugün seyyidlerin; böyle hakka sahip olmadıklarından dolayı, zekât alabileceklerini, İslam âlimleri ifade etmektedirler.
Nakîbü’l-eşrafı’ın Katıldığı Merasimler 
Osmanlı devlet protokolünde Nakibü’l-eşraflar daima birinci sıradaydı. Aşağıda Nakibü’l-eşrafların Padişahla birlikte bulunduğu bazı merasimler:
Kılıç Kuşandırma Merasimi: Tahta geçen padişahların kılıç kuşanma töreni Eyüp Sultan hazretlerinin türbesi önünde yapılırdı. Topkapı Sarayı’nda bulunan Hazret-i Ömer’in kılıcı yeni Padişah’a Nakibü’l-eşraf eliyle kuşandırılırdı.
Yeni Padişahı Tebrik ve Biat Merasimi: Osmanlı Padişahlarının tahta geçme (Cülûs) merasimlerinde, padişaha ilk önce Nakibü’l-eşraf biat ve dua ederdi daha sonra saray mensupları sırası üzerine biat’a başlarlardı.
Bayramlaşma Merasimi: Saraydaki bayramlaşma töreninde önce Nakibü’l-eşraf kurulan tahtın solunda bulunurdu. Bu sırada padişah, ona hürmeten ayağa kalkardı. Nakibü’l-eşraf padişaha doğru ilerlerken “Padişahım devletinle bin yaşa” diye dua ederdi. Nakibü’l-eşraflar böyle resmî merasimlere, resmî elbiseleriyle gelirlerdi. İstanbul Nakibinin resmî elbisesi Kazasker elbisesinin aynısı idi. Yalnız başına “örf” denen kavuk yerine “tepeli” adı verilen kavuğu giyer; üzerine de seyyidlere mahsus yeşil örtü sararlardı.
Bed’-i Besmele Merasimi: Bir Osmanlı şehzadesi 5-6 yaşına basıp tahsil çağına gelince kendisine bir hoca tayin edilir, merasimle derse başlardı. Bu merasimine “Bed’-i Besmele” denirdi. Bu merasime Nakibü’l-eşraflar davet edilirdi.
Mevlid Cemiyeti ve Hırka-i Şerif Ziyareti: Nakibü’l-eşraflar, her yıl Rebiül evvel ayında Peygamberimizin doğum gününü kutlama münasebeti ile Sultan Ahmed Camii’nde yapılan mevlid cemiyetine, sadrazamın mektupla daveti üzerine katılırlardı. Mevlid esnasında dağıtılan şeker ve şerbet Nakibü’l-eşrafa müstakil bir tabla ile sunulur, ayrıca özel olarak buhur ve gülsuyu ikram edilirdi. Mevlidin bitiminde Nakibü’l-eşraflar kendi hademeleri ve maiyeti ile camiden ayrılırlardı. Nakibü’l eşraflar her yıl ramazan ayında yine sadrazamın daveti üzerine Hırka-i şerif ziyaretine katılırlardı.
Sefer-i Hümayun: Osmanlı padişahları, bizzat sefere çıkacakları zaman “Mukaddes Emanetler’’ arasında muhafaza edilen Hazreti Peygamberimizin sancağı olan “Sancak-ı Şerif”i Hırka-i şerifteki yerinden çıkarıp omzunda “Arz Odası”na getirerek, “Taht-ı Hümayun” sütununa dayardı. O sırada müezzin ve hafızlar Fetih ve Yasin surelerini okurlardı. Daha sonra, Sadrazam, Şeyhülislam’la birlikte “Arz Odası”na davet edilirdi. Padişah Sancak-ı Şerif’i öperek Sadrazam’a teslim edip muvaffakiyetler dilerdi. Sadrazam sancağı omzuna alınca, Şeyhülislam dua ederdi. Sadrazam sancağı Nakibü’l-eşraftan sonra seyyidlerin en büyük amiri olan “Alemdar”a teslim edip orta kapı dışında atına biner, “Sancak-ı Şerif Alayı’’ yürümeye başlardı. Sancak-ı Şerif’in etrafında olan seyyidler, şerifler ve Nakibü’l-eşraf tekbir ve salevat getirirlerdi.
Padişahlar bizzat sefere çıkarlarsa, Nakibü’l-eşraf maiyetinde olan bir kısım seyyidler de sefere giderlerdi. Sancak-ı Şerif ilk defa 1597 yılında Eğri seferine götürülmüştü. Sancağın yanında 300 kadar seyyid ve şerif bulunuyordu.
Nakîb’ül-eşraflık Müessesesi Ne Oldu?
Bunun cevabı olarak Prof. Dr. Murat Sarıcık kitabının sonunda şöyle veriyor: “Nikabet müessesesinin lağvı ile ilgili elimizde herhangi bir belge mevcut değilse de, bunun saltanatın ilgası ile kaldırıldığı açıktır.”

İlgili Gönderiler

1 / 62