Adnan Menderes, memleketimizin yetiştirdiği kıymetli bir
devlet ve siyaset adamıdır. Gençlik yılları harplerde geçen, I. Dünya
Savaş’ında Filistin’de askerlik yapan, Yunanlılarla savaşta rol oynayan ve hep
siyasetin içinde yer alan Menderes, 1946’da Demokrat Parti’yi kurdu. Aynı sene
“açık oy, gizli tasnif” şeklinde yapılan şaibeli seçimlerde bile partisi altmış
iki milletvekili çıkarmayı başardı. İlk serbest genel seçimlerin yapıldığı 1950
yılında toplam oyların %53’ünü alarak Demokrat Parti kazanınca Menderes de
Başvekil oldu.
Türk halkı kendisini çok sevdi, hizmetlerini takdir etti.
İktidarı zamanında ülkemizde ekonomik ve sosyal yönden çok mühim gelişmeler
görüldü. Halkın refah seviyesi yükseldi, huzura kavuştu. Ne yazık ki, 27 Mayıs
1960’ta meşum askerî bir darbe ile Demokrat Parti iktidarı devrildi. Adnan
Menderes tutuklanıp pek çok zulüm, işkence ve hakaret gördü. Daha sonra
Yassıada’da adalet ve hukuk dışı uydurma bir mahkeme tarafından yargılanarak;
Hariciye Vekili Fatin Rüştü Zorlu, Maliye Vekili Hasan Polatkan ile birlikte
idama mahkûm edildi. Bu darbe ve yargılamalar Türk hukuk tarihine kara bir leke
olarak geçti.
İNÖNÜ HEYKELİNE BAK!
Biz de o sıralar Erzincan sivil lisesinde son sınıfta talebe
idik. 27 Mayıs sabahı sınıf arkadaşımla okula giderken ihtilali duyduk. Çok
müteessir olduk, endişelendik. Sebep ve neticesinin ne olacağını merak
ediyorduk. Okulumuzun tam karşısında, yüksek bir platform üzerinde, İsmet
İnönü’nün dev bir heykeli vardı. Demokrat Parti zamanında çok bakımsızdı;
üstüne başına kuşlar konar kalkardı. Oradan geçerken, arkadaşım aniden bana
dönerek “Heykele bak, heykele!.. Mesele anlaşıldı. İhtilali İnönü
yaptırmış!” dedi. Darbe olur olmaz, sabah erkenden yüksek bir iskele
kurmuşlar, heykeli yıkayıp kuş pisliklerini temizliyorlardı. İhtilali yapan
askerdi. Fakat tahrik ve teşvik eden basındı. Gazeteler her gün pek çok yalan,
iftira haberlerle halkımızın huzurunu bozdular. Askerimizi, gençlerimizi,
devletine düşman ettiler. İhtilalden sonra şehirlerin ana caddeleri üzerine ‘‘Vatandaş
okuduğun gazeteyi buraya at!’’ yazılı büyük kutular koydular. Toplanan
gazeteleri köylere gönderiyorlardı. Çünkü köylülerin ekseriyeti Demokrat
Parti’yi tutar, Adnan Menderes’i çok severlerdi. Gazete propagandasıyla bu
sevgiyi yok etmeye çalışıyorlardı.
HAYIRLI HER İŞE HAYIR!
O zaman bizler de sınıfta her gün DP-CHP münakaşası
yapardık. Memur ve subay çocuklarının hemen hepsi İnönü’yü desteklerdi. Biz de
birkaç arkadaşla Adnan Menderes’i savunurduk. Münakaşa konularından birisi,
İstanbul’da yeni açılan ‘‘Vatan ve Millet’’ caddeleriydi. Halk
Partisi’ni tutanlar “İstanbul mahvoldu, perişan oldu, şehri yıktılar, harap
ettiler, bu yollara ne lüzum var; tayyare mi inecek!” diyorlardı. Biz ise
İstanbul’u hiç görmediğimiz, bilmediğimiz hâlde, bu caddelerin kıymetini,
önemini anlatmaya çalışıyorduk.
Bir diğer münakaşa konusu ise şeker fabrikalarıydı: Adnan
Menderes’in iktidar olduğu 1951-1956 yılları arasında Adapazarı, Amasya, Konya,
Kütahya, Burdur, Susurluk, Kayseri, Erzincan, Erzurum, Elâzığ ve Malatya’da
şeker fabrikaları yapıldı. Bu fabrikaların kurulması, pancar yetiştiren
çiftçiye gelir, halkımıza da önemli istihdam imkânı sağladı. Halk partililer “Bu
kadar şeker fabrikasına ne lüzum var? Şekeri denize mi dökeceğiz!”
derlerdi. Hâlbuki CHP iktidarı devrinde halkımızın şeker bulamayıp dut kurusu,
kuru üzüm ile çay içtiği çok söylenirdi.
EĞİTİMDE TARİHÎ BİR HİZMET
Menderes, 1950’de iktidara geldiğinde Türkiye ekonomik,
teknik ve sosyal bakımdan en geri kalmış bir Afrika ülkesinden farksızdı. Yol,
su, elektrik yoktu. Halk mutsuz, sağlıksız ve fakirdi. Bu şartlar altında Doğu
Anadolu’da mükemmel bir üniversite kurabilmek kolay bir iş değildi. Vatan ve
millet aşkıyla yanan Adnan Menderes, 31 Nisan 1957’de Meclis’ten 6990 Sayılı
Kanun’la Erzurum’da bir üniversite kurulması kararını çıkarttı. Daha sonra
ismine ‘‘Atatürk Üniversitesi’’ denildi. Aynı senenin 25 Temmuz günü
Cumhurbaşkanı Celal Bayar’la birlikte Erzurumluların coşkun sevgi gösterileri
arasında üniversitenin temelini attılar. 1958-1959 eğitim yılında da Şair Nefi
Ortaokulu’nda, Fen-Edebiyat ve Ziraat Fakültelerinde öğrenim başladı. 1963
yılında da kampüste yeni yapılan ilk binalara geçildi. 1964 yılında biz de
burada Ziraat Fakültesi’nden mezun olduk.
AKADEMİK VE MALİ DESTEK
Üniversitenin açılış yıllarında özellikle Ziraat Fakültesi
için akademik personel bulmak zor olabilirdi. Adnan Menderes, ABD’nin orta
kesiminde bulunan ve Erzurum gibi kara iklimine sahip ‘‘Nebraska
Üniversitesi’’ ile bir ‘‘İş Birliği Anlaşması’’ yaptırdı. Buradan
önemli ölçüde akademik ve mali yardım alınmasını sağladı. Ziraat Fakültesindeki
bir kısım hocalarımız Nebraska Üniversitesi’nden geliyordu. Çok kaliteli
akademisyenlerdi. Kendilerinden çok istifade ettik. Prof. Fensky, Prof. Carter,
Prof. Aleksandr isimli hocaları hatırlıyorum. Üniversitede Ziraat ve
Fen-Edebiyat dekanlıklarından başka bir de “Nebraska” grubu dekanlığı
vardı.
Bugün Atatürk Üniversitesi, ülkemizin en büyük, en modern ve
en planlı kampüsüne sahiptir. Öyle ki, Erzurum merkezinin yarısı şehir, diğer
yarısı üniversite kampüsüdür. 23 Fakültesi, yaklaşık 2.800 akademik personeli,
60 bin kayıtlı öğrencisiyle, Ülkemizin en başarılı üniversitelerinden
birisidir. 300 bin civarında mezun vermiştir, bunun 7 bin kadarı tıp
doktorudur. Yeni açılan üniversitelerimize de akademik kaynak sağlamıştır.
Günümüzde Anadolu’da pek çok üniversitede, Erzurum’da yetişmiş akademisyenler
mevcuttur.
MÜKEMMEL BİR HATİPTİ
Adnan Menderes, daima güler yüzlü; nazik, zarif bir Osmanlı
beyefendisi idi. Yassıada’da kendisine hakaret eden, hakir gören hâkim ve
savcılara bile gösterdiği nezaket, mahkeme zabıtlarından görülebilir. Mükemmel
bir hatip idi. Türkçeyi çok güzel kullanırdı. Akıcı bir üslubu vardı. Öz Türkçe
denilen uydurma lisana karşıydı. 27 Mayısçıların idareyi ele alır almaz, ilk
yaptıkları işlerden biri de dili bozmak oldu. Terminolojiyi, kelimeleri
değiştirmeye başladılar. Mesela “İcra Vekili Heyeti-Bakanlar Kurulu”,
“Erkanı Harbiye Riyaseti-Genelkurmay Başkanlığı”, “Temyiz Mahkemesi-Yargıtay”,
“Divan-ı Muhasebat-Sayıştay…” bunlardan bazılarıdır.
Adnan Menderes, seçimi kazanınca TBMM’de milletvekillerine
şöyle hitap etti:
“9. Büyük Millet Meclisinin muhterem azaları;
Tarihimizde ilk defadır ki yüksek heyetiniz millî
iradenin tam ve serbest tecellisi neticesinde millet mukadderatına hâkim olmak
mevkiine gelmiş bulunuyor. Türk milletinin hakiki mümessilleri olan sizleri
selamlamakla derin bir gurur ve iftihar duymaktayız.
Demokrat Parti’nin gayritabii siyasi şartlar içinde devam
eden beş yıllık çetin mücadeleleri, 14 Mayıs seçimleriyle en muvaffakiyetli
suretle sona ermiş ve artık memleketimizde normal siyasi hayat başlamıştır.
Şüphe yok ki; 14 Mayıs bir devre son veren ve yeni bir devir açan müstesna
ehemmiyette tarihî bir gün olarak daima anılacaktır. Bu tarihî gün hatırasını,
yalnız partimizin değil, Türk demokrasisinin bir zafer günü olarak yâd
ediyoruz.”
MÜŞFİK BİR BABAYDI
Adnan Menderes, milletine olduğu gibi, aile ve evladına da
çok merhametli, şefkatli idi. Yassıada’da hapisteyken sadece elli kelimelik
mektup yazmaya izin verilirdi. Bu da kontrol edilirdi. O zaman ortaokul
talebesi olan oğlu Aydın’a gönderdiği mektup şöyleydi:
“Aydın’ım
Ara sıra mektuplarını alıyor, pek seviniyorum. Ben de işte
doğrudan yazıyorum. Annene yazdıklarımı kim bilir kaç defa okuyorsundur. Metin,
sabırlı ol. Derslerine çalış. Sınıfta sakın kalmayasın. Seni, sizleri ne kadar
özlediğimi bilemezsin. Annenin mektupları bana şifa. Sen de arada yaz. Seni ne
kadar sevdiğimi bilirsin. İşte o sevgi ile seni kucaklar, binlerce öperim,
gözümün nuru evladım.” (04.08.1960)
Merhum Adnan Menderes diğer oğlu Yüksel Menderes’e yazdığı
vasiyetinde de şunları kaydediyordu:
“Oğlum Yülsel’e
Allah’ımdan vasiyetimin sana ulaşmasını niyaz ediyorum.
Beşerî zaafım dışında benim suçlu olduğuma katiyen inanmayınız. Ümidinizi
hiçbir zaman kaybetmeyiniz. Bütün bu olanlardan sonra benim mefkûrem olan
millet ve vatana hizmetten asla vazgeçmeyiniz. Ruhumla sizin yanınızda
olacağım. Sizi şefkatle anıyorum. Ben hakkımı helal ediyorum. Siz de helal
ediniz. (17 Eylül 1961)”
Görülüyor ki, bütün bu olanlara rağmen Adnan Menderes
davasından, idealinden vazgeçmiyor.
ZEYBEĞİMİ VURDULAR!
Menderes, 17 Eylül 1961 günü idam edildi ve İmralı Adası’nda
diğer iki arkadaşının yanına defnedildi. 1990 yılında çıkarılan bir kanunla
Adnan Menderes ve arkadaşlarının itibarı iade edildi. Naaşları Cumhurbaşkanı
Turgut Özal’ın da katıldığı muhteşem bir devlet töreniyle Topkapı’daki anıt
mezara nakledildi.
Şair Necip Fazıl Kısakürek de Menderes’in ardından şu
mısralarla başlayan “Zeybeğin Ölümü” adlı bir şiir kaleme aldı:
“Zeybeğimi
birkaç kızan, vurdular
Çukurda üstüne
taş doldurdular
Ya bir de
kalkarsa diye kurdular
Zeybeğim
Zeybeğim ne oldu sana
Allah deyip
şöyle bir doğrulsana!
Zeybeğim
kalkamaz dirilemez mi?
Odası mühürlü
girilemez mi?
Şu ters akan
sular çevrilemez mi?
Ne güne dek
böyle gider bu devran
Zeybeğim bir
sel ol bir çığ ol davran!
Kır at
zincirlenmiş ufuk sahipsiz
Han kayıp hancı
yok konuk sahipsiz
Baş köşede
sırma koltuk sahipsiz
Kızanlar, dört
yandan hep abandınız!
Zeybeğin kanına
ekmek bandınız!
…”
UYDURMA BAYRAM
Menderes’e karşı ihtilal yapan cunta, daha sonra 27 Mayıs’ı
“Anayasa ve Hürriyet Bayramı” ilan etti. Halkımızın hiç itibar etmediği bu
uydurma bayram, 1963’ten 1980’li yıllara kadar devam etti, Kenan Evren
tarafından kaldırıldı. Bugün 27 Mayıs’ı yapanların milletimiz-devletimiz ve
kanun-hukuk nezdinde hiçbir itibarları yoktur. Ama halkımızın gönlünde taht
kuran Adnan Menderes’in ismi pek çok şehrimizde üniversite, havalimanı, cadde
ve bulvarlarda yaşamaktadır. Darbeye maruz kaldığı 27 Mayıs’ın yıl
dönümü vesilesiyle mazlum Adnan Menderes’i rahmetle yâd ediyoruz. Ruhu şad
olsun..