Medeniyetimiz

Dört Türkçülük Akımı

*Prof. Dr. Osman Kemal Kayra
Osmanlı Devleti anâsır-ı muhtelifeden (farklı unsurlar, milletler, dinler) meydana gelmişti. Bir beylikten kurulu devletin mayası Oğuz-Türkmen-Kayı Boyu idi. 15 ve 16. yüzyıllarda artık çekirdek Türklük olmakla birlikte Balkanlar, Arap ve Fars ülkeleri, Kafkas halkları ile bir ümmet-millet şekline dönüştü. İstiklâl Savaşı’ndan sonra Anadolu’da kurulan ilk Türk devleti gibi yine tek unsurdan ibâret kalmadık. Gayr-i Müslim azınlıklar yine bizim milletimiz olarak yaşıyordu. Tabîî imparatorluk geleneğiyle ve mecbûren tek ırk esâsına dayalı devlet olamazdı.
İttihâd ve Terakkî’nin Türkçülüğü, Cumhuriyet Türkçülüğü, 1944 Turancı Türkçülüğü ve nihâyet Ülkücü hareket Türkçülüğü hepsi birbirinden ayrıdır. Bir ideoloji ham bir fikir olarak aynı minvâl üzerinde olmasına rağmen nasıl farklı olabilir? Aslında farklı değil, çok farklı demek lâzım!
İTC Türkçülüğü daha ziyâde dil yönünden öne çıkmaktadır. Ömer Seyfeddin, Ziyâ Gökalp ve Hüseyin Câhid Yalçın bu sistemde dilde sâdeleşmeyi düşündüler. Ziyâ Gökalp’ın ve Ömer Seyfeddin’in dil anlayışları gâyet mâkuldü.
Cumhûriyet dönemi Türkçülüğünde Batı tarzı inkılâplarla Türk kültür ve töresi ikinci plâna atıldı. Bu dönem Türkçülüğü âdetâ İslâmiyet’e bir alternatif olarak anlaşıldı. Bir takım inkılâp aydınlarının kabûlü dışında ideolojik bir baskı gibi algılandı.
1944 Turan Türkçülüğü, sosyal gerçeklere dayalı bir antitez olarak doğdu. Tamâmen bir anti-komünist hareketti. Türkiye’de Türkçüler en ağır cezâlara çarptırıldılar. Bu hareket de bir elit milliyetçi grubun hareketiydi. Halk bunu da pek anlayamadı.
Son dönemin en önemli hareketi yine bir Türkçülük olmakla berâber İslâmî karakter alt yapılı Türk İslâm Ülkücülüğü idi. İşte bu hareket uzun yıllar mihverine oturamayan bu kutlu akımı doğum sancıları çeken 1940-1970 arası darmadağın olan Türk tefekküründe yeni bir çığır açtı. Hilmi Ziyâ Ülkenlerin, Nihal Atsızların, Osman Yüksel Serdengeçtilerin, Gâlip Erdemlerin, Osman Turanların, Necip Fâzılların, Erol Güngörlerin, Peyâmî Safâların sabırla yoğurdukları hamurun mayası idi.
Şuurlu bir Türk milliyetçisi ve sosyoloğu Seyyid Ahmed Arvâsî, Ötüken’le Haremeyn’i, Buhâra ile Konya’yı, Semerkand’la İstanbul’u; Ebâ Eyyûb ile Abdülkerim Satuk Buğra Han’ı, Ahmed Yesevî ile İmâm-ı Azam’ı, İmâm Busîrî ile Edîb Ahmed b. Mahmûd Yüknekî’yi,  Hâlid B. Velîd ile Fâtih Sultan Muhammed Hân’ı gönüllerde birleştirdi. Artık Türk milliyetçiliği ve ülkücülüğü tam karakterini kazandı. Şereflerin en büyüğü İslâmiyetle bu dînin bayraktarı Türk milleti iki sevgili gibi bir daha hiç ayrılmamak üzere kucaklaştı, bütünleşti.
İşte Osmanlıya çâre olması mümkün olmayan Türkçülüğün yol haritası böyle teşekkül etti.

İlgili Gönderiler

1 / 48