Eğer Türkçe kurtarılmak ve Türkçe kelimelerle yazılmak ve konuşulmak isteniyorsa, her şeyden önce Türk milletinin değeri teslim edilmelidir. Buna dayanarak hiç bir yönü, ihmal edilmeyecek olan Türkçe’nin etimolojik lügatinin ortaya konması, sonra cumhuriyet devrinde olduğu gibi tesbit edilen konuşma dilinin yazı dili olarak devamlılığının sağlanması gerekmektedir.
Bugün yeryüzünde 200 milyonun üstünde olan bir milletin konuştuğu Türk dilinin ilk yazılı vesikaları Orhun ve Yenisey âbideleridir. Buradaki yazılı dil bize Türkçe’nin bir hayli işlenmiş olduğunu göstermektedir.
“Yazı bir milletin hâfızasıdır” sözünü hatırlarsak, bu abidelerde de Türklüğün o zamana ve daha önceki zamanlara ait hemen her şeyini bulmak mümkündür. Türkoloji ile uğraşan âlimler âbidelerin dilinin çok işlenmiş olduğunu böylece Türkçe’nin Miladdan önce de varlığını muhafaza eden bir milletin dili olduğunu teslim etmektedirler. Hakkında çeşitli görüşler ileri sürülen Orhun Abideleri’nin yazısı da Türk damgalarından çıkmıştır.
Zamanla asıl yurtlarından ayrılan Türklüğün o devirde, çeşitli komşuları ile münasebetleri olmuştur. Çin bu devletlerin başında gelmektedir. Yine bu devrin yazılı eserleri olan Uygur metinleri dini tarafı ağır basan ve yabancı milletlerden çok fazla kelime alan bir Türkçe’yi ihtiva, etmektedir.
Asıl İslamiyet’in kabulü ile ve İslamiyeti kabul eden milletler ile temastan sonra Türkçe büyük eserlerini vermeye başlamıştır. Bunlardan Kaşgarlı Mahmud’un “Divânü Lugati’t-Türk” adlı eseri ile Balasağunlu Yûsuf Has Hacib’in “Kutadgu Bilig” islâmi devrin başlangıcında ilk ana eserleri olarak karşımıza çıkmaktadır.
Büyük Devlet Dili Türkçe
Bundan sonra çeşitli devrelere ayrılacak ve büyük eserler verecek olan Türk Dili gittikçe zenginleşmiş ve çeşitli milletlerle olan temas neticesinde onlara tesir etmiş, çeşitli kültürlerle olan münâsebeti, yer ve zamana göre, Türkçe’yi renklendirmiş, geliştirmiş ve ifade gücünü zenginleştirmiştir. Bu sayede Türkçe büyük bir devlet dili olmuştur. Daha sonra ise kırıla ufala bugünkü cılız şekline dönmüştür. Düne göre bugünkü Türkçe muhakkak ki çok cılız ve ifade kabiliyetinden oldukça acizdir. Bunun sebeplerini tasfiyecilik ve uydurmacılık olarak izah etmek mümkündür.
Muazzam Ve Muhteşem Osmanlı Türkçesi
1277 yılında Karamanoğlu Mehmed Bey zamanından başlayarak, Türkçe’yi tarih içerisinde, anlaşılır şekilde yazmak fikri kendisini son zamanlara kadar muhafaza etmiştir. Aslında güzel bir cereyan olan anlaşılan açık Türkçe ile yazmak ve konuşmak fikri Genç Kalemler ile son noktasına gelmiş ve devrini tamamlamıştır. Bu devre gelinceye kadar 16. asırda Aydınlı Visâlî, Edirneli Nazmi, Tatavlalı Mahremî gibi şairleri görmekteyiz. Daha sonra bu cereyanı devam ettirenlerin başında Nabi gibi büyük şâirler gelecektir. Bunu müteakip ise Nedim’in mahallileşme cereyânı ve Şeyh Galib’in açık Türkçe denemelerini göreceğiz.
Tanzimat Devrinde de aynı hüküm varlığını muhafaza etmiş bu devrin önde gelen şair ve yazarları bazı tekliflerle ortaya çıkmışlardır. Şinasi, Namık Kemal, Ali Sûavi, Ziya Paşa gibi meşhur şahsiyetler yine bu fikirle hareket etmişler, fakat yazılarında muazzam ve muhteşem Osmanlı Türkçesini kullanmışlar ve söyledikleri yazdıklarına uymamıştır. Bundan sonra açık Türkçe taraftarı olarak gördüğümüz Muallim Naci Efendi, bazı yazılarında ve şiirlerinde bunu gerçekleştirmiştir.
Asıl kaynağını Karamanoğlu’ndan alan hareket, yukarıda da belirttiğimiz Ziya Gökalp, Ömer Seyfeddin ve arkadaşlarının ortaya koyduğu Genç Kalemler ile sona ermiş sonunda anlaşılır açık Türkçe eserlerin doğmasına sebeb olmuştur. Yeni Lisan’ın görüşlerini benimseyen bu devirde yer alan ve onları takib eden; Ömer Seyfeddin, Reşat Nurî, Hâlide Edip, Yaya Kemâl, Refik Halid, Yakup Kadri, Faruk Nafiz, Orhan Seyfi, Necip Fazıl gibi yazar ve şairler, başka başka edebî ekoller içinde bulunsalar bile, güzel, zengin ve açık Türkçe ile eserler vermişlerdir.
Yüzbinlerce Eser
Milâddan evvel bir pınar şeklinde doğan, Orhun-Yenisey ve Uygur Türkleri tarafından yazıya geçirilen, İslamiyet’in kabûlü ile yeni bir dünyaya giren, 12. asırda Ahmed Yasevi’nin hikmetleriyle doğuda gelişen Lütfî ve Sekkâkî ile devameden bu sahada Ali Şir Nevâî ile şahsiyetini bulan Doğu Türkçesi’nin yanında, batıda başta Beylikler Devri olmak üzere, kesintisiz devam eden ve kollarını genişleten Osmanlı Türkçesi’nin bu kadar geniş saha içinde bulanıp akması ve çeşitli renklerle süslenmesi tabiî bir hâldir.
Nitekim bu Türkçe ile yazılmış, her tabakadan kimselere hitab eden yüzbinlerce eser kütüphanelerimizi doldurmaktadır. Bu eserler bugün, tıpkı kaybedilen topraklar gibi, dalları ve kolları kesilmiş o ihtişamlı, süslü ve muazzam Türkçe’nin armağanlarıdır.
Tasfiyecilik Ve Uydurmacılık
Dün devletine düşman olunan Türk milletinin, bugün de büyük ve gelişmiş olan diline karşı düşmanları çoğalmıştır. Belki bu sınırların ötesindeki bütün bir dünya Türklüğünün geniş coğrafyaya yayılmasından ileri gelmektedir. Dünün arı ve açık lisan cereyanı millete değer veren onun konuştuğu dili esas alan ve yazılanların anlaşılmasını isteyen bir akımdı.
Bugün buna karşı olan, tamamen anarşi içine atılmış sun’i bir dil yapma peşinde koşulmaktadır. Yazılanlar anlaşılmamakta, edebiyat düşmüş görünmektedir. Genç Kalemler ile başlayan 1960 yıllarına kadar görülebilen açıklık, renklilik, güzellik ve devamlılık artık yerini, kargaşalığa bırakmış durumundadır. Hâl bununla da kalmamış, tezyif ve tahkire, küçültücü hallere düşüren kelimeler el üstünde tutulmak istenmiştir.
Ulus kelimesinin “kavim, kılan” manası büyük Türk milleti için kullanılır olmuştur. “Yaşantı” kelimesi ortaya atılmış, hastalıklı ve bedbaht manası mesud ve alnı açık kimseler için kullanılmaya çalışılmıştır. Şöyle ki, süprüntü, akıntı, sızıntı kelimeleri nasıl müsbet mânalar ifade etmiyorlarsa yaşantı kelimesi de müsbet manalar ifade etmemektedir. Bu kelime mana olarak, ancak bedbaht ve zavallı bir kimse için söylenebilir. Ayrıca “balta” manasına gelen “yargıç” kelimesi hakimin yerini nasıl alabilir?
Uydurulan Kelimeler
Bunun da ötesinde uydurulan kelimeler çok az zaman sonra, yine ortadan uydurulanlar tarafından kaldırılıyor. Onların da “öztürkçeliği” kayboluyor ve eskimiş kelimeler sınıfına dahil ediliyorlar. Demek ki bunları ortaya atanlar sözlerinde duran kimseler değillerdir. Ömründe tek bir kelimenin bile kültür değerini anlayamamış bedbahtlar bugün Türkçemizi bu hale getirmeye çalışmaktadırlar.
Aslında Öz Türk, Türk, Arı Türk, Duru Türk gibi milletler tarihte yer almamıştır. O halde Öz Türkçe, Arı Türkçe, Duru Türkçe gibi lafızlar da bir millete dil olmamıştır. Varsa Türk milleti ve onun konuştuğu güzel Türkçe vardır.
Eğer Türkçe kurtarılmak ve Türkçe kelimelerle yazılmak ve konuşulmak isteniyorsa, her şeyden önce Türk milletinin değeri teslim edilmelidir. Buna dayanarak hiç bir yönü ihmâl edilmeyecek olan Türkçe’nin etimolojik lûgatinin ortaya konması, sonra Cumhuriyet devrinde olduğu gibi tesbit edilen konuşma dilinin yazı dili olarak devamlılığının sağlanması gerekmektedir.
Zaten Genç Kalemler ile bu hedefler gösterilmiş ve gerçekleşmiştir. Bugün de yapılacak iş aynı şeydir. Bu sayede Türkçe onun bunun elinde oyuncak olmaktan kurtulacak milletin konuştuğu renkli, zengin ve güzel Türkçe meydana çıkacaktır. Bir de bütün bu yapılacak olanların mesuliyeti kurulması gereken, ilmi ölçülere bağlı, indîlikten uzak olacak ve dil mütehassıslarını bünyesinde toplayacak olan Türk Dili Akademisi’ne verilmelidir.