eryüzünde yaşayan her milletin
kendine mahsus bir dili vardır ve bu sayede birbirinden ayrılırlar. Bununla
beraber bir cemiyeti diğer cemiyetten, bir milleti diğerinden ayıran bir takım
özellikler vardır. İşte bu özelliklerden biri ve belki de en mühimi dildir.
Birini diğerinden ayıran, o cemiyete kendi özelliklerine uygun bir şahsiyet
veren ve tarih şuuru ile bütünleşmiş olan bu değerlerin tamamına kültür demek
doğru olur.
Kültürün bir parçası halinde
görülen dili genel olarak şöyle tarif edebiliriz. İnsanlar arasında anlaşmayı
sağlayan tabii bir vasıta, kendisine mahsus kanunları olan ve ancak bu kanunlar
sayesinde gelişebilen, temeli bilinmeyen zamanlarda atılmış gizli bir
antlaşmalar sistemidir ve bünyesinde sesler örgüsü bulunan canlı bir varlıktır.
Canlı oluşu insanların canlı oluşuyla izah edilebilir.
Bir milletin varlığını ve
hayatını devam ettirebilmesi onun kültüründe yaşar ve devam eder. Kültürlerini
kaybetmiş milletler, ismen var olsalar bile, kendilerine hayatlarını devam
ettirecek ve gelişebilecek gücü veren asıl iksiri kurutmuş olduklarından dolayı
zamanla yıkılmaya, dolayısıyla başka kültürlerin etkisi altında kalarak
kaybolup gitmeğe mahkûmdurlar.
Düşünce ile dil, dil ile kültür,
kültür ile millet arasında çok sıkı bağlar mevcuttur. Milletlerin tarihî ve
ictimaî varlıkları içindeki kültür hazinesi, dil sayesinde bugüne gelir ve
yarınlara da aynı vasıtayla aktarılabilir.
Dil sabit değildir, gerek iç
bünyesindeki değişmelerle gerekse yabancı dil ve kültürlerle olan temasından
ötürü bazı değişikliklere uğrayabilir.
Bunun en bariz örneğini İngilizce
ile Farsça arasında Türkçe ile Arapça ve Farsça arasında bulmak mümkündür.
Bazen aynı dil grubunda olmaları, bazen de kültür alışverişi sayesinde birçok
kelimenin bir dilden diğerine intikal ederek yerleştiği, hem de bir daha
çıkmamak üzere yerleştiği görülebilir.
İngilizlerin her zaman kendi
dillerinde kullandıkları anne karşılığı mother (anne), brother (erkek kardeş),
new (yeni) gibi kelimelerin Farsçada mader (anne), birâder (erkek kardeş), nev
(yeni) şeklindedir ve sade telaffuzda çok az farklılık olmakla birlikte, bazı
ses azlığı veya fazlalığı taşımaktadır.
Birçok kelimenin de kültür münasebeti
neticesinde Arapçadan ve Farsçadan Türkçeye intikal ettiği bir gerçektir.
Eskiden dilimizde bilim terimlerinin birçoğu Arapçadan alınmıştı.
Dil Anarşisi
“Şehir” kelimesi Farsça olduğu için yerine “kent” kelimesi konulmuş fakat kent kelimesinin de Farsça olduğu
görülmüştür. Bu örnekleri çoğaltmak mümkündür. Buradan şu konuya girmek
istiyorum. Türkiye’de anarşinin bulunduğu yıllarda dil anarşisi de vardı. Dil
konusunda bilgisi olmayanlar dahi, bu mevzu etrafında fikir beyan eder hale
gelmişler ve kendilerince Türk dilinin ıslahı yolunda reçeteler yazmaya
başlamışlardı.
Hâlbuki dil kendi kanunları
çerçevesinde gelişen ve büyüyen bir müessesedir, varlıktır. Ona, yanlış ve
uymayan aşı yaparsanız kurur ve tutmaz. Nitekim öyle olmuştur. Çok yanlış ve
uydurma kelimeler dilin bünyesine alınmaya çalışılmış fakat tutmamıştır. Garip
olan şey şudur. İngiliz milleti var oluşundan bu yana anne olarak, kardeş
olarak kullanmakta devam ettiği “mother”
ve “brother” kelimelerini Farsçadır
diye atmak istemiyor buna mukabil bizim dilimize de gerek Arapçadan gerekse
Farsçadan giren ve atamayacağımız kelimeleri söküp atmaya çalışıyoruz ve büyük
bir kargaşa çıkarmaya uğraşıyoruz.
Millî varlığımızın temelini
teşkil eden dilimizin fertler arasında ayrılıklara yol açması akla sığmayacak
ve kabul görmeyecek bir durumdur, bu durumun devamı millî menfaatlerimize her
zaman zarar getirecek neticeler doğurur.
Türk dili en fazla yarayı basın
ve yayın organları vasıtasıyla almaktadır. Birçok yanlış, uydurma kelimeler
gazetelerde, dergilerde, kitaplarda, karikatürlerin alt yazılarında,
fotoromanlarda yer alıyor. Genç dimağlar bunları yanlış öğreniyorlar ve hayata
atıldıkları, meslek sahibi oldukları zamanlarda bile bu yanlışlıkları devam ettiriyorlar.
“ki” bağlacı ile ekini, “da”
bağlacı ile ekini, “mi” soru ekini
birbirinden ayırt edemeyen, “Süleymâniye
Camii” diyen, konuşma diliyle yazı dilini birbirine karıştıran, konuştuğu
gibi yazabilen, yazıda noktalama işaretlerini kullanamayan, özel isimlerin ilk
harflerini küçük harflerle yazan şahıs, basın yayın vasıtası, dergi, gazete,
yıllık takvimler en büyük zararı açmakta, fertlerin bu yolda şartlanmalarına ve
aynı yanlışı yapmalarına sebep olmaktadırlar.
Netice
Netice olarak, dilde sadeleşme
olmalıdır ve kendi kanunları çerçevesinde yapılmalıdır. Türk dili öz
varlığından fedakârlık yapılmadan ortaöğretim kurumlarında bu konu ciddî
şekilde ele alınmalı dilbilgisi, fonetik ve diksiyon ile birleştirilmeli
mükemmel biçimde işlenmelidir.
Ders kitapları başta olmak üzere
gazete, dergi vb. yayın organlarındaki imlâ ve noktalama konularına gereken ehemmiyet
verilmeli, bunların tashihi için Türkologların kullanılması mecburî hale
getirilmelidir. Ancak bu yola üç nesli tek nesle indirebilir ve kısa zamanda
dil birliğini sağlayabiliriz.