Ş
imdi vereceğim cümleyi ne olur sonuna kadar okuyun. (Tepinmek, bağırmak, çağırmak serbesttir.)
“Kıvıl devrelerinin tasarımlarına denk olan us öbeklerini tutumlu biçimde erginleştirilerek, yüksek aşamalı dizgesel tasarımların elde edilmesi…”
Ne anladınız?
Bir de şuna göz gezdirin:
“… Bir deyimcenin her ya dansalı deyimciyi tanımlayan tüm bağımsız değişkenlerin gerçek ya da değillenmiş görünümlerinin velenmesinden oluşan o deyimceye ya dalama tek biçimdedir denir.”
Üniversite kitapları yıllar yılı böyle yazıyordu.
Bizler ders kitabını bile anlamayan gençlerden birbirilerini anlamalarını bekledik durduk.
Türkiye’yi ha bire kuru çeşmelere taşıyan, olmazlara iteleyen, yoran, hasta eden sol zihniyet, sâde dilimizin değil; eğitimin, sanatın, edebiyatın da canına okumuştur.
Ve sinemanın, tiyatronun, romanın, şiirin, hatta resmin.
Türkiye ansızın, geçilmesi zor çöller önünde kalıvermiştir.
Yıl 1998… Hâlâ mahvedici duraklardayız.
Dilsiz, esersiz, samut bir vâdide karmakarışıklığı yaşıyoruz.
Vebal büyüktür.
Sol aydın Türkiye’ye yapacağını yapmıştır.
Bizi iki kasırga vurdu: İlki, Türkçenin elsiz ayaksız, müziksiz, çağrışımsız bırakılışı; ikincisi, “sosyal içerik” alçaklığına tapınış.
Bakalım kaç zaman sonra toparlanırız?
Özlenen sanatkârlar, fikir adamları, edipler bakalım ne zaman çıkagelir?
Sol aydın Türkiye’ye yapacağını yapmıştır.
Bu uluorta bir hüküm değildir. Gayet hesaplı, çok ince politikaların ülkemizdeki başarısını anlatır.
Peki niye böyle yaptılar, dili niçin bozdular? Güzelim Yahya Kemal, Tanpınar, Falih Rıfkı Türkçesinden ne istediler? Cevap basit:
Türk Dünyası Türkiye’den habersiz yaşamalı, bu ülkedeki edebî, fikrî cereyanları anlamamalı, Türkiye ile anlaşamamalı idi. Onu başardılar.
Bu, dışa dönük siyasetleriydi.
“Sosyal içerik” bozgunculuğu da içe dönük hesaptı.
Törelerin en çirkini, en süflî beraberlikler, hayvanca kavgalar, yatırımcı ve işadamı düşmanlığı, asker aleyhtarlığı, hak yeyicilik, mahremiyetsizlik, dinsizlik, şehir insanına diş bileyişler, toprak sahiplerine hakaret; sinemanın, şiirin, tiyatronun, romanın ilk ve tek konusu oldular.
Sanat fecî yıkıldı.
Edebiyat yerlere düştü.
Dilin canına okuyanlar sanat ile edebiyatı senelerce ipe çekti.
Hâlâ; mahvedici, merhametsiz duraklardayız.
Geçilmesi zor çöller önünde kalakaldık.
Lise ve üniversitesi kitapları; küt, kısır, güdük, beceriksiz nesillerin yetişmesi için yazılıyordu. Kavga ve patırtı isteniyordu.
Bizler, ders kitaplarını bile anlayamayan gençlerden birbirlerini anlamalarını bekledik durduk.
Vaktiyle bir Kral, düşman olduğu komşu ülkeye bir adam göndermiş: “Var git dillerini boz, onları mahvet!” demiş.
– Niye orduyu yollamıyorsunuz? diyenlere cevabı:
– Böylesi daha kolaydır.
Bu kolaylığın en son örneği biziz.